Merhaba,

Bize dayatılan bir masal mı yoksa gerçek mi derken, ne olduğunu anlayamadığımız İKLİM KRİZİ içinde yanıyoruz. Geçen gün eski dostumla sohbet ederken, biz bu olaya “ İKLİM KAYNAMASI “ diyoruz dedi. Kendisi bir bilim kadını olduğundan tabii ki inandım ve zaten bence de bu bir kaynama. Kriz, yaşadığımız bu işkencenin yanında kelime olarak oldukça masum duruyor.

Üzeri betonla kaplanmış dünya, nefes alabildiği toprak alanlarıyla bize yardımcı olmaya çalışıyor. Ama insanın mülkiyet hastalığı yüzünden, nefes alacak yerlerde yanıyor, yakılıyor, yok ediliyor. Yolda yürüyemez haldeyiz. Ağacın olmadığı yerlerde yavru kuş gibi nefes nefese güneşten ve güneşin mermere yansımasından kaçıyoruz. Topraktan bu kadar mı sıkıldın ey insan! Yediğin, içtiğin, giydiğin, barındığın her şey topraktan geliyor ve son yolculuğunda yine toprakla buluşacaksın. Toprağı sürekli ziftle, betonla kapatıp, ağaçsız yerlere şehirleşme mi diyorsun! Eksik kalsın bu şehirleşme…

Yağmurun yağmadığı, siloların yandığı, sıcağı ve göçü dışında bize bir yararı olmayan bazı insanların çoğaldığı bir yerde sıkışıp kaldık. SU YOK!!!

Bu SU YOK sözü, kimilerine şaka gibi geliyor. Her akşam evlerinde izledikleri, bana göre güzel haberler bültenlerinde suyun yok oluşunu, azalışını bir cümleyle anlatan haber kanalları sonrası, arabasını köpürte köpürte yıkıyor. Komşuya bakkkk sende var mı dercesine… Su yok komşu su, sizin gibiler sayesinde suyumuz bitti, bitiyor. Eeee ortalıkta yandı zaten, ağaçlar yağmur bulutlarını çağıramaz oldu. Ne yapacağız. O arabaların lastiklerini mi kemireceksiniz. Belki beton kemirmek daha lezzetli olabilir. Dişimiz keserse tabii ki!

Gerçekten bazı şeyleri fark etmek bu kadar zor mu bilmiyorum? Biraz sakin olsak, anlamaya çalışsak mesela neler oluyor. Neyin krizi, kimin yüzünden? Ve sorgulasak, bunu başımıza bela edenleri. Kurtarsak küçük mavi küreyi ve üzerinde yaşayan iyi kalpli insanları, doğayı bütünüyle.

Elimizden düşmeyen telefonlarımızı arada bir bilgi için kullandığımızda, bize neler neler anlatacak aslında. Günümüzün sanal ansiklopedileri artık avucumuzun içinde, bunu herkes biliyor ama dün gece kim, nerede, ne yapmışın sosyal medyası daha cazip geliyor tabii ki.

Kriz ifadesinin ilk ortaya çıkışı 1980’li yıllar diyor Google. 2004 yılında kurulan çevreci bir grubun İklim Krizi Koalisyonu adını almasıyla resmiyete dökülüyor her şey. İklim Krizi terimine göre, yerküremizde yıllık ortalama olarak verilen sıcaklıklar yükselmeye başlıyor, yani küresel ısınma gerçekleşiyor. Ve bunun sonucunda iklim dengesizlikleri meydana gelmeye başlıyor. Şu an yaşadığımız gibi… Antalya herkesin bildiği üzere her yaz dönemini sıcak geçirir ama bugünlerde yaşadığımız şeye sıcak kelimesi yetmiyor. Sanırım yakında buharlaşacağız…

Aslında küresel iklim değişikliğini önlemenin öyle kolay yolları var ki! Uzaya fırlatılan füzeden ve yeni bir dünya bulmak için harcanan paralardan daha ucuz. Dünyayı sevmek aslında bu maddelerin ilki…

Sürdürülebilir tarıma destek olmak, uçak kullanımını sınırlandırmak, faturaları azaltmak, yeşil alanları korumak, daha az ve öz tüketmek, yatırımlarımızı şöyle derinden bir göz geçirip saçma sapan şeyler almamaya özen göstermek, bir evin varsa ikincisini almamak. Ve son madde hepimizin gün boyu bolca yaptığı şey İNSANLARLA KONUŞMAK! Anlatmak o insanlara giymediğini, yemediğini alma demek, yatacak yatağın, oturacak koltuğun varken yenileme demek, aklını başına al, yeni bir mavi küre yok demek… Ama nerede efendim o insanlar. Parası yoksa bile krediyle, o olmayan parayla alışveriş yarışı yapanlar. Yazık! SU YOK SU… Çünkü ağaç yok, çünkü bu dünya bütünüyle senin umurunda bile değil. Sen keyifle balkon ve araba yıkarken içmeye su bulamayacağımız günler geliyor. Şurada, kapıda duruyor o günler. Ve önce seni vuracak susuzluk çünkü artık arabanı yıkayamayacaksın, ağaçlarda kesilip yok edildiğinden o metal yığınını ağaç gölgesinde saklayamayacaksın. Sonra dönüp dolaşıp bizim alanımıza tecavüz edeceksin. Biz bunları yaşamaya az kala biliyoruz… çünkü sayınız oldukça fazla.

Uzun zaman önce okuduğum bir makalede Küresel İklim Kaynaması sonucunda kuzey ülkelerinin oldukça fazla göç alacağından söz ediliyor. Ülkemizin yeşil bölgesi Karadeniz’in bugün ki Akdeniz bölgesi gibi olacağı, Antalya’nın çöl kadar sıcak bir yere dönüşeceği yazıyor. Korkunç bir şey. O dönüşümün başlarındayız ve umarım bu kötü sonu görmeye ömrüm yetmez.

Efendim aklımızı başımıza almamız gereken zamanlarda, bilimin yolunda güzel bir dünyada yaşayabilmek dileğiyle. Herkesin yaşadığı dünya için çaba gösterdiği zamanları birlikte görebilmek umuduyla.

Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle…