Osmanlı’nın yıkılış sebeplerine dair çok şey söylenip
yazıldı. “Yeniçeri’nin yozlaşması” dendi,
“Sanayi Devrimi’nden geri kalması” dendi. Belki de söylenegelen sebeplerin
hepsinde birer hakikat payı vardı. Fakat yıkılışın önemli bir sebebi var ki,
Osmanlı’nın hem de en zirvede olduğu zamanda dile getirilmişti: Nemelazımcılık.
Bu sosyal kara delik tarih boyunca, nice fert, topluluk, cemaat, devlet ve
imparatorluğu yutmuştu. Kanuni Sultan Süleyman, devletini olabilecek en yüksek
seviyelere çıkarır ama, “Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye
yüz tutar mı?” diye de zaman zaman düşünür. Birçok meselede olduğu gibi, bu
endişe edilecek düşüncesini süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi’ye açmaya
karar verir. Keşfine, kerametine inandığı Yahya Efendi’ye el yazısıyla bir
mektup gönderir: “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de, bizi aydınlat. Bir
devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da
izmihlale uğrar mı?” diye özetler endişesini. Devrin kudretli sultanı Muhteşem
Süleyman’dan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı ise gayet kısadır:
“Nemelâzım be Sultanım!” Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan,
bu söze bir mana veremez, endişesi daha da artar. Zira Yahya Efendi gibi bir
zat, ciddi bir meseleye böylesine basit bir cevap vermezdi, vermemeliydi. Söylenmeye
başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” İşitenler de
nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese,
bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların,
yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası
işitmese,işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin
hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayiş ve emniyete vesile
olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de
böylece mukadder hale gelir.” Söyleneni dinlerken ağlamaya başlayan koca
Sultan, başını sallayarak da bunları tasdik eder. Söz bitince ikazlarının
devamı için tembihte bulunur süt kardeşine. Sonra da memleketinde kendisini
ikaz eden böyle bir alim olduğu için Allah’a şükrederek oradan ayrılır. O koca
sultanın ayağında gut hastalığı vardı o zaman ve sarp dağlarda, karların
üzerinde atıyla giderken büyük acılar ve zahmetler çekiyordu. İşte hala yüreği
buna dayanamamıştı. Fatih, döndü ve halasına şöyle dedi: “Bibi (hala), bizim
zahmetimiz din-ü devlet içindir, i’la-yı kelimetullah içindir, şahsımız için
değildir. Eğer bu zahmeti çekmezsek bize ‘gazi’ demek yalan olur!” Evet,
imparatorlukları “nemelazımcılık” yıkar, ama onları, bir vazife doğduğunda: “Bunu
kim yapar?” sorusunu duyar duymaz, sağına soluna bakmadan: “Ben varım!”
diyenler kurar ve yaşatır.