Antalya’da yaşıyorsanız, güneşin altında parlayan bir sahil yolunun kıyısından geçerken bisiklet süren birini görmüşsünüzdür. Belki çocukken siz de rüzgârı yüzünüzde hissederek pedal çevirdiniz. Ama hiç düşündünüz mü? Gazipaşa’dan Kaş’a uzanan, masmavi denizin, turunç bahçelerinin ve tarihî kentlerin içinden geçen bir bisiklet yolu olsa… Nasıl olurdu?
Sabahın erken saatlerinde Gazipaşa’dan yola çıkan bir bisikletli hayal edin. Serinlik henüz kaçmamış, portakal çiçekleri hâlâ kokusunu bırakıyor havaya. Yanında bir termos çay, sırt çantasında biraz meyve. Sessizliğin içine karışmış tekerlek sesi… Ne bir kornaya denk gelir ne de egzoz dumanına. Yalnızca doğa, tarih ve özgürlük…. Kulağı bile hoş geliyor…
Alanya’ya yaklaşırken kale uzaktan gülümsüyor ona. Biraz mola, biraz fotoğraf, biraz gölgede soluklanma… Sonra tekrar yola koyuluyor. Dim Çayı’nın serinliğine uğrayıp Manavgat’a doğru süzülüyor. Bu bisiklet yolu, sadece spor değil, aynı zamanda keşif demek. Antalya’nın içinde saklı kalmış güzellikleri yavaş yavaş fark etmek.
Side antik kentinin taşlarına dokunup, Aspendos’a uğramak mümkün. Bir bisikletli için zamana karşı yarış yok, çünkü her durakta ayrı bir öykü var. Bu yol, sadece pedalların değil, tarihin, doğanın ve insanın ortak yolu olurdu. Belki de modern çağın en yavaş ama en dolu ulaşım biçimi bu olurdu.
Antalya şehir merkezine gelindiğinde, Konyaaltı sahilinde yürüyüş yapanlarla selamlaşır, Lara falezlerinde kuşlara eşlik ederdi bisikletli. Şehir, gürültüsüz ve yeşil bir ulaşım biçimiyle tanışırdı belki de ilk kez bu kadar ciddi. Betonun içinden geçen değil, doğaya uyumlu bir rota…
Kemer’e doğru yöneldikçe Toroslar daha çok kendini gösterir. Bir yanda Akdeniz’in mavisi, diğer yanda dağların gölgesi. Her iniş çıkış, insanın kendini aşma yolculuğu olurdu. Belki de bu yol, sadece bir bisiklet yolu değil, ruhun da iyileştiği bir terapi alanı haline gelirdi.
Olympos’a yaklaşırken, antik taşlar sessizliğini bozar, Likya yoluyla buluşur bisiklet rotası. Kamp yapanlarla selamlaşır, ağaçların gölgesinde soğuk bir ayran içilir. Bu yol, turistin fotoğraf çektiği değil, içinde yaşadığı bir deneyim olurdu.
Finike, Demre, Kekova… Her biri ayrı bir durak, ayrı bir tat, ayrı bir kültür. Bu rota, yalnızca sporcuların değil; gezginlerin, öğrencilerin, öğretmenlerin, hayal kuran herkesin yolu olurdu. Yol boyunca küçük köy pazarlarından domates alınır, zeytinli gözlemeler yenirdi.
Ve evet Kaş! Yolun sonu değil, belki de başlangıcı olurdu. Yalnızca Akdeniz’in batı ucuna ulaşmak değil mesele, yolda ne biriktirdiğimiz. Kaş’ın dar sokaklarında bisikletiyle dolaşan biri, belki de koca bir yolculuğun ruhunu yanında getirmiş olurdu.
Antalya Büyükşehir Belediyesi bir gün bu rüyayı gerçek yaparsa, sadece bir bisiklet yolu yapmış olmaz. İnsanların yavaşlamasına, hissetmesine, doğaya saygı duymasına, tarihle dostluk kurmasına aracılık etmiş olur. Ve biz de, her gün geçtiğimiz yolları yeniden tanırız belki. Pedal çevirdikçe çoğalan bir hayalin içinde…
Var bir hayalimiz bakalım!