Genellikle dünyanın modern kentleri, birbirini dik kesen cadde ve sokakların arasındaki adalara dağılmış yapılar, parklar ve kamusal alanlarla, büyük caddelerin kesişme yerlerindeki meydanlardan oluşmaktadır.

Bu tür kent planlarının en eski ve en önemli örneğini eski Mısır’da görebiliriz. M.Ö. 332’de Ptolome’ler İskender adına İskenderiye’yi kurarken, mimar DENOKTARES’in ızgara planı uygulanmıştır. Ve ızgara planına göre kurulan İskenderiye’ye (Alexandra’ya) FAROS adası da Heptastadion şosesiyle deniz doldurularak bağlanmıştır. Sonraki dönemlerde de buraya, dünyanın yedi harikasından birisi ve en görkemlisi olan İskenderiye Feneri yapılmıştır.

Bugün İskenderiye’de denizin doldurulmasıyla kazanılan dar bir sahil şeridi vardır. Ben 2003 yılında İskenderiye’de ızgara planının izlerini yakalayabilir miyim düşüncesiyle bu sahil şeridinden içeri girince, kısmen bozulmuş da olsa, birbirini dik kesen sokaklarla karşılaştım.

Gerçi günübirlik bir geziydi ve havadan bakma olanağı bulunsa daha iyi anlaşılabilirdi; ama sokak geçişlerinde tahminlerim büyük ölçüde gerçekleşti. Yani sola dönüp şu sokağa girersem, yürüdüğüm yolun paraleli bir sokağa çıkarım, oradan sağa dönersem şu anda yürüdüğüm sokağın bir sokak ilerine varırım gibi tahminlerim büyük oranda gerçekleşti.

Oysa Antalya’da siz, girin bakalım bir sokağa, paralelinde bir sokağa çıkma şansınız yüzde kaçtır. Büyük bir olasılıkla tahmin etmediğiniz bir yere götürür sokak sizi. Ya da uzunca ve karmaşık bir yolculuktan sonra çıktığınız noktaya geri gelme olasılığı da çok büyüktür.

Peki, Antalya’da ızgara planı neden uygulanamamıştır. Doğal yapısı, coğrafyası ızgara planının uygulanmasına engel, oldukça engebeli, dağlık tepelik bir yer midir? Yoksa Antalya’yı planlayanlar ızgara planından bihaber midir? Elbette ki hiç birisi değildir. Aslında Antalya ızgara planının uygulanması için ideal bir şehirdir. Fakat genellikle sokakların planlama ve düzenlenmesinde belli bir temel ilke, bir amaç ve felsefe ya da toplumsal bir faydadan çok, hatır gönül, torpil, adamını kayırma ve çıkar sağlama sistemi egemen olduğundan Antalya’da ızgara planı uygulanamamıştır.

Dümdüz ve gayette güzel gelen bir sokağın önüne, bir bakarsınız ki, kocaman bir apartman gelmiş ve çaresiz sokak sağa veya sola döner. Bir müddet yolu sağa ve sola takip etseniz bu kez bir süre sonra sokağın önü yine kocaman bir yapıyla kesilir. Oradan tekrar sağa dönerseniz, yol sizi çıktığınız noktaya getirir.

Yani planlamayla amaçlanan sonuç fasit bir dairedir. Tabii ki bazen dairenin dışına çıktığınız da olur, ama bu suretle de yol sizi tahmin etmediğiniz yerlere götürür. Oysa ızgara planda hiç geçmediğiniz yolları tahmin edebilir, kestirmeler yapabilirsiniz.

Antalya’da ise sokak döner, dolaşır çıktığı noktaya gelir. Oysa coğrafya ızgara plan için idealdir. Fakat şehir ranta, rüşvete ve keyfiliğe kurban edilmiştir. Sonuçta düz yollara virajlar serpiştirilmiş, insanlar çıkmaz sokaklara ve dehlizlere hapsedilmiş, kıyıya duvar örülmüş ve şehir denize arkasını dönmüştür.

Mevcut planlamada ızgara planı dikkate alınmamış olmasına rağmen, yeni yollarda da alınmadığı görülmektedir. Örneğin yukarda sözünü ettiğim Alanya yolu ile Lara (sahil) arasını, havaalanının doğusundan bağlayan yol, yeni yapılmasına rağmen, menderesler çizerek ilerlemektedir. Oysa bunun için hiçbir gerekçe yoktur. Çünkü hem arazi düz ve hem de yol, yerleşim, yapılaşma başlamadan açılmıştır. Öyleyse yol neden dümdüz ilerlemez de menderesler çizer anlamak mümkün değildir.

Öyle ki bazen de kimi yerde boş bir alandaki tek bir ev nişanlanır yola gider. Bilemezsiniz neden yol oradan geçmiştir? Bazen de bir kulübe, büyük bir bulvarın kaldırımını tamamen kapatarak yola kadar çıkar, yolu keser.

O tek kulübeyi belediye niye istimlak edememiştir? Vatandaşın bağışlamasını mı beklemektedir? Vatandaş belediyeden daha mı zengindir? Belediyeler büyük bir lüx ve israf içindeyken, o kulübe vatandaşın her şeyiyse, gidecek başka bir yeri yoksa, yine de belediyeden yana mı olmak gerekir?