Dünyada her renk, dil, din, ırk ve kültürden insanın bir arada barış içinde mutlu ve refah içinde huzurlu biçimde yaşayabileceğinin örnekleri önümüzde görülürken böyle bir şey olmaz, olamaz demek bana biraz ezber bir itiraz gibi gelmektedir.

Gerçi ABD bu duruma gelmek için sancılı bir süreç geçirmiştir ama zamanla taşlar yerine oturmuştur. Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda ise daha az ve basit sarsıntılardan sonra çok kültürlü yaşam biçimine ulaşmış olup şu anda dünyanın en gelişmiş ve en mutlu ülkeleri haline gelmiştir.

Bunlardan Avustralya’da benim bir süre yaşamışlığım, tanıklığım ve anılarım da var. Buna dayanarak diyebilirim ki dünyada gezmiş olduğum 45 ülke içinde, insanların en rahat, en mutlu ve en huzurlu yaşadığı ülke Avustralya idi.

Avustralya’nın kaptan James Cook tarafından keşfinden sonra 28 Ocak 1788 tarihinde İngiltere buraya ilk göçmenler olarak mahkumları gönderdi. Sonraki dönemde 10-15 yıl boyunca mahkemelerce suçlu bulunanlar da cezasını çekmek üzere buraya gönderildi. Arkasından İngilizce bilenlerin (İskoç, İngiliz ve İrlandalıların) göçlerine izin verilerek Avustralya sömürgeleştirilmeye çalışıldı. Fakat bir süre sonra beyaz Avrupalıların göçlerine de izin verildikten sonra ilk gelen Anglo asıllı göçmenlerle sonrakiler arasında uyumsuzluk yaşandı

Fakat New South Wales ve Viktorya eyaletlerinde altın madenlerinin bulunmasından sonra Çin ve Hindistan’dan işçi olarak göçler başladı. Çin ve Hint asıllı göçmenlerin aşırı çoğalması üzerine 1901 yılında İngilizce konuşan beyaz Avrupalıların dışındakilere göçler yasaklandı.

Fakat bu beyaz göçmen politikası uluslararası alanda özellikle de Japonların aşırı tepkisine neden oldu. Avustralya bu tutumunun diplomatik sorunlara neden olması ve ulusal bir utanç kaynağı haline gelmesi üzerine 1966 yılında vazgeçince Lübnan, Tayvan, Çin, Filipin, Vietnam, Malezya, Kore ve Hindistan kökenli göçmenlerin gelmesiyle burada çok kültürlülük politikaları izlenmeye başlamıştır. 1970’li yıllarda ise tek kültürlülük politikasını ve Anglo ayrıcalıkları bırakarak önce Aborcinlerin kültürlerinin kabulü ve koruması yönünde alınan önlemleri diğer göçmenlerin kimliklerinin koruması yönünde önlemler aldı. Sonuçta Anglo ulusal kimlik yerine çokkültürlü kozmopolit bir kültür benimsenmiş olup dünyanın her köşesinden gelen farklı soy, renk, dil, din, cinste insan bir arada birbirini yadırgamadan mutlu yaşamaktadır.

Avustralya’da tüm kıta ve yakın adaları da içine alan dokuz milyon kilometreye yakın bir alanda 26 milyon insan yaşamaktadır. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerinden, Çin’den, Hindistan’dan, Kuzey Afrika’dan ve Orta Doğu’dan gelen göçmenler, nüfusun çoğunluğunu oluşturur. Resmi dil İngilizcedir; ama ülkede Arapça, Mandarin, Yunanca ve İtalyancanın da aralarında olduğu 200 civarında dil konuşulur. Nüfusun  %52 Hristiyan, %30 dinsiz, %3 Müslüman, %2,5 Budist, %2 Hindu, %9,5 inancını belirtmeyen ve %1 de çok değişik inançlara mensup insanlardan oluşmaktadır.

Türkiye’nin GSYİH 85 milyonluk nüfusu ile 900 milyar dolar (2022) iken Avustralya’nın 26 milyonluk nüfusu ile (2021) GSYİH 1.6 Tirilyon dolar olup kişi başına 55 bin dolar düşmektedir. Okuma yazma oranı %99 ve ortalama yaşam süresi 83 yaştır.

Bütün bu veriler de göstermektedir ki, Avustralya’da her renk, dil, din, mezhep, soy ve cinsten insan refah ve mutluluk içinde huzurlu bir ortamda yaşamaktadır. Dünyanın her yerinde geçerli olan hak, adalet ve ahlak kurallarına uymak koşuluyla kimliği, kişiliği ve kültürünü özgürce yaşayabilmektedir. Ve devlet bunları engellemek değil teşvik etmektedir. Örneğin “Ben Antalya’dan geldim. Teke yöresinin halk oyunlarını biliyorum” diyen birisine devlet: “Onu burada başkalarına da öğret Avustralya kültürü zenginleşsin” diye gerektiğinde ücret bile ödemektedir.

Şimdi diyorum ki, tüm insanlık Avustralya’daki gibi çok kültürlü tek devlet olarak yaşayamaz mı? Biliyorum siz de diyeceksiniz ki, zaten Avustralya da küresel sermayenin önde geleni ve ABD’nin kuyruğu. Bence insanlara bu koşuları sağlasın, insanlar rahat ve huzur içinde yaşasın da sermaye de olsun varsın. Zaten toplumun üretim için sermayeye ihtiyacı vardır. Soygun düzeyindeki aşırı kar hırsı tek merkezden Ahlak ve vicdan sınırlarına çekilmiş bir sermaye insanlığa hizmet için gerekecektir.

Sonuç olarak diyorum ki dünya birleşmeli ve tek merkezden yönetilmelerdir ve bu mümkündür. Dünyada örnekleri vardır.