Sorsalar bana ‘Ne olsun’ istersin diye. Hiç düşünmem eski olsun derim. Uzun soluklu olurdu eskiden sohbetler. Eskiyince atılmazdı eşyalar, kaldırılmazdı dolaba giysiler. Bir tebessüme muhtaç olmazdı komşular. O yıllarda kaldı bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı. Şimdiyse sıradanlaşmış hayatlarımızın içinde boğuluyoruz. Toprağın kokusuna bile hasret kalır olduk. Nefes almak için gökyüzüne bakacak alanlarımız bile yok olmuş. Oysa beton yığınları arasına sıkışan sadece bedenlerimiz değil ruhlarımız. Yaşanmayan çocukluklar. Çocukların elinden alınan hayatlar. Eskiden toplanırdı bir soba başına tüm aile fertleri, çat kapı gelirdi komşular. Saklambaç oynardı mahalle arasında akşam ezanından önce eve çağırılan çocuklar.

Eskiden olsa mesela, hafta sonu gelse de Türk sinemasından bir film izlesek diye gün sayardı insanlar. Adile Naşit’in güler yüzü, Hulusi Kentmen’in babacanlığı, Emel Sayın’ın mavi boncuğu, Barış Manço’nun 7’den 70’e sevgisi, Kemal Sunal’ın kahkahası, Nurhan Damcıoğlu’nun evlere şenlik dansını merakla beklerdi herkes. İmkanlar kısıtlıydı belki ama değerliydi o yıllar. Şimdilerde tükendi tüm içtenlikler. Çoğaldıkça azaldı bazı değerler. Yani uzun lafın kısası kahkahalarımızı aldılar elimizden. Anılarımızı, umutlarımızı… Gökyüzümüzü çaldılar bizden. Peki ya geleceğe ne bıraktık? Güvensizlikle dolu içi boş bir hayat. Koruyamadık. Değerlerimize sahip çıkamadık. Ne kaldı elimizde? İnternet bağımlısı çocuklar, uyuşturucu bağımlısı gençler ve kendi hayatlarından başını kaldıramayan ebeveynler. Ummuyorum ama dilerim bir gün kırk yıllık kahve tadındaki sohbetlerimiz ve bayram sabahlarındaki gülüşlerimiz geri gelir… ESEN KALIN