Seyahatteyim. Kent merkezlerinden, kasabalardan, köylerden geçerken birkaç dakika dinlenmek için sağa çekiyorum. Bir tarlanın kenarındayım. Tarlada bir çiftçimiz var. Keçiden hallice bir öküzü çifte koşmuş çorak toprağı yarmaya çalışıyor. Her ikisi de öylesine yavaş ilerliyor ve zorlanıyorlar ki içim parçalanıyor. Hem çiftçiyi hem de öküzü dinlendirmek için laf atıp biraz sohbet etmek istiyorum. 60 yaşlarında, çelimsiz, pantolonu kırk yamalı, dişlerinin yarısı dökülmüş, yüzü kırış kırış olmuş, elleri nasırlı, ayaklarında biri yırtık botlar… Bir sigara uzatıyorum, adamla sohbet edeceğim. Ama bir türlü konuşamıyorum. Boğazımda bir şeyler düğümleniyor. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Ulaşım ve iletişimin çok hızlı olduğu bu teknolojik ortamda o kadar araç gereç bolluğunda nasıl olur da çiftçimiz böyle bir yokluğu, yoksulluğu yaşamak zorunda kalır? İçim acıyor.

Seyahat bitmek üzere sabaha karşı eve yaklaşıyorum. Sokağın başından küçücük gölgeler karanlıkta bana doğru geliyorlar. Yorgunluk ve uykusuzluktan halüsinasyon gördüğümü sanıyorum. Ama değil. Yaklaştıklarında okula giden çocuklar olduğunu anlıyorum. Sırtlarındaki neredeyse boyları kadar çantaları ile sanki bu yaşta dünyayı sırtlamışlar. Hava ayaz. Aralarında tek tük yetişkinler var. Bilmiyormuş gibi soruyorum:

-Bu saatte bu çocuklar nereye gidiyorlar? Sırtlarındaki bu yükler ne böyle?

-Okula gidiyorlar. Çantada defterleri, kitapları, kalemlik, yiyecek ve içecekleri var.

Hızlıca yanıt verip okula doğru uzaklaşıyorlar. İlkokul 1 ya da 2 olmalılar. Yükleri en az 7-8 kilo.

Sıcak yataklarında olmaları gereken bu minik yavruları hangi akıl, hangi vicdan sabahın karanlığında, bu ayazda kaldırıp yollara düşürür? Okulda yüzünü açmayacakları kitap ve defterleri sırtlarına sarıp her gün sabah akşam hangi mantık taşıtır bu gelişme çağındaki yavrulara? Hele bu teknolojik ortamda. İçimi acıtıyor gördüklerim.

Sırt çantası görünce aklıma Mehmetçiklerimiz gelir.  Hepimizin bildiği gibi askerlerimiz zaman zaman arazi taramasına çıkar, teröristleri arar, uzun arazi yürüyüşleriyle güvenli alanlar yaratırlar. Bu işlerin çeşitli teknik adları olsa da biz kısaca “intikal” diyelim. Bir grup asker intikale çıkacağı zaman sırt çantası hazırlamaları gerekiyor. Bu çantada silah ve mühimmatın dışında yiyecek, içecek, bazı yedek kıyafetler ve benzerleri bulunur. 40 kilo civarında bir sırt çantasını sırtlarına, silahları ellerine alıp gece yarısı uzun intikallere çıkarlar. Belirli bir düzen ve disiplin içinde etraflarını kollayarak ve birbirlerine göz kulak olarak kilometrelerce yürürler. Taşların üzerlerine çıkar, derelerden geçer, yükseklere tırmanırlar. Mesafeler kat edildikçe sırt çantası daha da ağırlaşmaya başlar. Sanki 40 kilo değil de 100 kiloluk bir yük taşıyormuş hissine kapılırlar. Sert hava koşullarını saymıyorum bile. Bir zaman sonra “Bitsin artık bu yürüyüş!” ya da “Ne olacaksa olsun…” diye düşünmeye başlamaları kaçınılmaz. Bir de bütün bu birikmiş yorgunluğun üstüne çatışma çıkarsa gerisini siz düşünün. Gençlerimizin bu kadar yük altında arazide kilometrelerce yürümesi İçimi acıtıyor.

O kadar teknik ve teknolojik olanak varken, İhalar, Sihalar, uydular yerdeki karıncayı görebiliyorken bu gençlerimize yaptığınız reva mıdır? Bunun mantıklı bir açıklaması olabilir mi? Diyelim ki bu intikal kaçınılmazdır ve o yol yürünecektir. Sırt çantası olmadan ellerinde silah ve mermileriyle rahat rahat yürüyebilirler. Hem daha çevik hem de moralli olurlar. Malzeme takviyesi gerekirse bir helikopter gönderir araziye bırakırsınız. Helikopter tehlikeye girer(!) diyorsanız bir Dronla iletilmeyecek hiçbir şey yoktur.

Bunlar bir tek emirle ortadan kaldırılabilecek durumlar. Yetkililerden bu konulara el atmalarını ve kısa sürede çözüme kavuşturmalarını bekliyoruz. Sağlıcakla…