Berbere iki ayda bir gitmeye başladım. Hanım da kuaföre gitmeyi kesti. Artık arabayı da yıkatmıyorum. Çok pahalı olmuş. Of, sinirlerim bozuldu. Nasıl geldik buralara kadar? Nasıl düştük bu hallere?

Önce dergi aboneliklerimizi sonlandırmıştık. Hafta içi her gün birkaç gazete alır, okurduk. Hafta sonu tüm gazeteleri alır, açık büfe kahvaltı keyfi sırasında hepsini okurduk. Pazar ekleri de harikaydı doğrusu. Bıraktık.

Haftada bir yeni çıkan kitapları alırdık. Hele kitap fuarlarından poşetler dolusu kitaplarla çıkardık. Şimdi, hiç sorma.

Sonra da tiyatro, sinema, konser etkinliklerini bıraktık.

Ayda bir lüks lokantaya gider güzel bir yemek yerdik. Onu da doğal olarak iptal ettik.

Yine ayda bir eğlence mekanına gider eğlenirdik. O zaten mümkün değil artık.

Haftada bir arabaya atlayıp uzak ilçe ve köyleri dolaşır; köy yumurtası, taze meyve sebze alırdık. Şimdi yakıt parasını hesaplayınca, düşünemiyorum bile.

Çok da yakınlığımız olmayan tanıdıkların düğünlerine gider, en az bir çeyrek altın takardık. “Kimin düğününe gittik, ne taktık, gelsin bizim çocuğun düğününde borcunu ödesin” diye hesap yapmazdık, listeler hazırlamazdık. Şimdi mi? Güldürmeyin beni.

Markete gittiğimizde sepeti ağzına kadar doldururduk. Yarısı abur cubur; çerezler, cipsler, içecekler… Di’li geçmiş zaman kullanıyorum dikkat ettiyseniz. Sormayın şimdiyi.

Arkadaşlarla öğle yemekleri yerdik. Hesap için kavga ederdik. “Durun, ben ödeyeceğim!” “Hayatta olmaz!” “Burada senin paran geçmez!”  O cümleleri duyan var mı bugünlerde?

Bazı akşamlar arkadaşlarla içki sofrası kurardık. Orta halli, Klasik Türk Musikisi çalan bir mekanda oturur, hem yer içer hem de dertleşirdik. Bardaklar sağlığımıza kaldırılır, şen kahkahalar duyulurdu sık sık. Mezeler masayı kaplardı. Çıkışta birimiz üstlenirdik hesabı. Bazen de paylaşırdık. Geçmiş zaman, ne diyelim?

Bazen neşeli bir haber alırdık. Bir iş bağlantısı, bir doğum, işe başlama ya da bir sınav kazanma hadisesi… Birahaneye girer gururla karışık mutlulukla “Bütün hesaplar benden!” ya da “Herkese benden bir bira!” diye bağırırdık.

Düşünebiliyor musunuz? Bu gerçekti.

Birkaç aile tatile giderdik. Bir kısmı misafir olurdu. Elini cebine atmasına izin vermezdik.

Askere gidene, sınav kazanana, ev kurana, mahallenin garibanına destek olurduk. İhtiyacı olana borç para verirdik. Dolar, altın hesabı da yapmazdık. Utandırmazdık biraz gecikince.

Okumuşa, çalışkana, devlet memuruna saygı duyar ve bunu gösterirdik. Yargıca, gazeteciye, polise, imama saygı duyardık. Hatta güvenirdik.

Hey gidi günler, hey!..

Şimdi ise evimize kapandık. İçimize kapandık. Dünyaya kapattık kendimizi. Dışarıya çıkacak yüzümüz kalmadı ödenmemiş borçlarımız yüzünden. Kimseye güvenmez olduk. Kişilere, kurumlara, adalete, medyaya şüpheyle bakar olduk.

Eskiden bir tek gelecek kaygımız vardı sırtımızda taşıya taşıya kamburumuz haline gelen. Şimdi ise bugün kaygısı eklendi üzerine. Hatta dün kaygısı…

Ne yapıyoruz? Nereye gidiyoruz?

Bu kadar ağır bir güvensizlik yükünü nasıl taşıyacağız?

Nasıl oldu da gençlerimizin araba alma, ev alma, bu ülkede mutlu bir gelecek kurma hayallerini yok ettik? Gençler bize içten içe küserken sessizce başka ülkelere yerleşme, insanca yaşama planları yapmaya başladılar. Yerden göğe kadar da haklılar.

Eğitim sistemini cahil yobazların bitmek bilmeyen istekleri doğrultusunda kurban ettik. Hem de içindeki milyonlarca çocuğumuzla birlikte. Gericilik her yere sinsice yayıldı. Laiklik ve liyakat hepimizin gözleri önünde, kent meydanlarında boğazlandı.

Ülkeye kontrolsüzce gelişmemiş ülkelerin insanlarını doldurduk. Kim olduğu, ne niyette olduğu belli olmayan milyonlar, ne niyette oldukları belli olanlarca her yere sinsice yerleştiriliyorlar. Endişe duymayan hiç kimse yok. Ve endişe hızla büyüyor.

Yıl 2024 ve son 22 yılda nereden nereye geldiğimize bakar mısınız?

Derler ya, kurbağayı sıcak suya atarsan sıçrayıp kaçar. Ama kurbağayı suya koyup yavaşça ısıtırsan mutlu mutlu pişer. Farkına varmaz yavaşça öldüğünün. Biz de yavaş yavaş pişiriliyoruz sanki. Alışa alışa, sessizce. Amaçları bizi pişirip yemek değil tabi. Ama çok da iyi niyetli olduklarını sanmıyorum. Sağlıcakla…