Köşe yazısını sesli dinleyin. 👇

Merhaba,

92 yılında yerleştiğim Antalya’nın, tarih kokan Olympos’uyla tanıştığım günden sonra hiç aklımdan çıkmadı. O yıllarda sakin ve huzurlu yerdi. Olympos’u ziyaretlerimden birinde tanışmıştım tepenin dibinde, kral mezarına bakan minik köy evindeki Ahmet ve Zeynep çiftiyle. O kadar sıcak yürekleri vardı ki onlardan çok şey öğrendim. Ve belki inanmayacaksınız ama kapılarını kilitlemezlerdi. İşte o yıllarda yaprakların kıymetini, hangi yemeğe ne koyulur öğrendim Yörük kızı Zeynep’ten. Utanmasa iki metre uzayan, vitamin deposu börülceleri minik bahçeden toplar, ne kadar ot varsa birlikte pişirirdik. Ve tabii ki defneyaprağı olmazsa olmazıydı hemen her yemeğin.
Ahmet dede bir keresinde, insanın sınırlarını nasıl aşabileceğine dair örnekleme verirken, 5 kardeşiyle yıllar önce hiç kimsenin ayak basmadığı, bilmediği bu yere geldiklerinde ormanı, dağı dereyi, denizi paylaşırken bulduklarını anlatırdı hep. Sahile yatmışlar ve denizin dalgalarını izlerken, denizi bile 5 kardeşe pay etmişler. Şaka gibi! Gerçekten de bu hikayeye göre o köyün sahipleri onlar desek yanlış olmaz, aynı soyadı hakimdir köye. Tabii ki şimdilerde aldığı göç ile farklı isimler ve soyadları konaklıyor olabilir.
Antalya’dan günü birlik gittiğim zamanlarda bile, geç saate kadar gökyüzünü, dağlarını seyreder bir sonraki gidişime kadar havasını, kokusunu içimde saklardım. Ben bir Olympos aşığıyım aslında. Ama eski günlerinde ki! Eve gelmeden önce dağlarını gezer kekik, ada çayı toplar, o buz gibi derenin oradaki kim bilir kaç yaşında olduğunu bilmediğim defne ağacından yapraklar toplardım. Hala sarmanın üzerine koyduğum gibi, balık pişirdiğimde olmazsa olmazım defneyapraklarını, bazen yakar evde tütsü yaparım. Ben şaman kadınıyım, severim adetlerimi. Ve o kuruttuğum defneyapraklarının A vitamini deposu olduğunu bildiğimden, 4 yaprakla çay yapar, kimi zaman içer, kimi zaman gözlerime pamukla kompres yaparım. Tavsiye ederim, çok yararlı olduğunu göreceksiniz.
Hani Bergama kralı 2. ATTALOS askerlerine gidin ve bana yeryüzündeki cenneti bulun demiş ya! Attelia, II.ATTALOS’un yurdu Antalya, birbirinden değerli koylara, köylere, dağlara sahip. Yani askerler gerçekten bir cennet bulmuşlar.
Ve Olympos müthiş bitki dokusu ve örtüsüyle tüm canlılara sağlık dağıtan bir merkez gibiydi o zamanlar. Şimdilerde bilmiyorum nasıl, defneler, keklikler duruyor mu? Dağ nanesinin büyüdüğü alanlar ne durumda… Bilmiyorum. Ama defneyaprağını, kral mezarını, Zeynep Nineyi özlediğimi biliyorum. Beraber yemek yaptığımız zamanları, dolunay zamanlarında, tepeden yavaşça gökyüzünden yeryüzüne süzülen o minik evi ışıl ışıl yapan ayı unutmak mümkün mü?
Doğaya ellemeyin efendiler. Bırakın ağaçlar büyüsün. Siz hiç 400 yaşında insan gördünüz mü? Ben görmedim. 500 yıllık zeytin ağaçları gördüm ama Bodrum Gümüşlük’te. Doğayı yok eden sistem ve insanlarını gördüm, duydum, tanık oldum ve hepsi HİÇ yaşında.
Ağaçlar bizim nefesimiz, huzurumuz… Ağaçlara kıymayın efendiler. Dünya misafirhanesinde en önemli şey nefes alabilmekse eğer ağaçlar sayesinde!
Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle…