Düşünsene… Bir sabah kalkıyoruz, Antalya’nın taşına toprağına sinmiş o antik sesler yeniden yankılanıyor. Aspendos’un görkemli tiyatrosunun hemen yanı başında, zamanın çarkını tersine çeviren bir kalabalık toplanmış. Çocuklar ellerinde zeytin dalları, gençler tunçtan yapılma kupalar için yarışa hazırlanıyor. Tüm o taş duvarlar binlerce yıl sonra ilk kez bu kadar heyecanlı.

Perge’nin stadyumu… Şu an sessiz, taşları yorgun, ama ya yeniden ayağa kalksa? Tribünlere pamuk beyazı örtüler serilse, izleyiciler ellerinde şeftali, incir, biraz da eskiye özlemle o günkü koşuları izlese? Eski çağların atletleri yok ama bugünün çocukları o ruhu taşıyabilir pekâlâ. “Barış için yarışıyoruz” pankartları açılırdı belki. Belki de bir Roma kostümü defilesi düzenlenirdi o taş koridorların arasında.

Sillyon’a gelince… Ormanın içinde sessizce uyuyan bir dev gibi. Stadyumu gün yüzüne çıkarıldığından beri merakla bakıyor insan. Düşünsene, orada bir gün festival düzenleniyor. Ne modern sahne, ne dev ekran… Sadece taşlar, gökyüzü ve insan sesi. Şarkılar yankılanırken tarihin kulakları çınlıyor, geçmişle gelecek yan yana oturuyor.

Antik kentlerin yeniden canlanması demek, sadece turizm değil, aynı zamanda hayal gücünün ayağa kalkması demek. Bugünün etkinlikleri, dünün mekanlarında yapıldığında farklı bir anlam kazanır. 100 metre koşusu belki de ilk kez bu kadar şiirsel olurdu. Zaman yarışını yenemez belki ama bir anlığına zamanı unutturur.

Her taşın bir hikâyesi var. O hikâyeleri bugünün diliyle yeniden yazmak güzel olmaz mıydı? Sessizce duran tribünler, binlerce yıl önce alkışlarla inlerdi. Şimdi biz de ellerimizi birbirine vurup o ruhu geri çağırabiliriz. Spor, tiyatro, müzik… Hepsi birleşir, taşlar tekrar konuşur.

Ve düşün, çocuklar o alanlarda oyun oynuyor. Koşarken yere düşüyorlar ama hemen kalkıyorlar. Çünkü arkasında bin yıllık bir kültür var, sırtını yaslayabileceği bir tarih. Spor sahası sadece kas değil, karakter de geliştirir ya hani… İşte bu stadyumlar da karakterin kendisi olurdu belki.

Antik stadyumlarda düzenlenecek yarışmalar, bugünün ruhuna geçmişin zarafetini katardı. Ne cep telefonu olurdu, ne skor tabelası. Her şey sade, her şey insani. Belki biraz da yavaş ama anlamlı. Her adım, her ter damlası tarihe karışır, o taşlar bir kez daha ısınırdı insan sesine.

Tabii bir de gece etkinlikleri… Ay ışığında düzenlenen dans gösterileri, eski lirik şiirlerden ilham alan performanslar… Tribünlerde battaniyeye sarılmış seyirciler, elinde sıcak keçiboynuzu şerbeti. Kim demiş tarih durağan diye? Eğer doğru yerden dokunursak, tarih ritim tutar.

Biliyorum, bu biraz da hayal… Ama neden olmasın? Eğer istersek, sadece korumakla kalmayıp yaşatabiliriz de bu mekânları. Hem tarih müze raflarında tozlanmak için değil, insanla birlikte nefes almak için var.

Bu antik kentler bir zamanlar hayatın tam ortasındaydı. Eğlence de oradaydı, spor da. Bugün biz de biraz hayal kurarsak, o taşların arasında sadece tarih değil, gelecek de inşa edebiliriz. Hem kim bilir, belki bir gün çocuklarımız Aspendos Stadyumu’nda koşu yarışına katılır. Arka planda ise rüzgar, binlerce yıl öncenin alkışlarını fısıldar kulağımıza.

Geçmişe özlem dinmeyecek sanırım…