Demokratik toplumlarda devletin görevi temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat özgürlüğü ile özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğü önemli bir yer alır. Düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün en olağan yollarından birisi ise basındır. Demokrasi ile basın özgürlüğü arasında dolaysız bir bağ vardır. Basının özgür olmadığı bir düzende demokrasiden söz edilemez. Basın, toplanma ve ifade özgürlüğü genel olarak demokrasi mücadelesinin önemli ayaklarını oluşturur

Hukukun rafa kaldırıldığı, kurumların çürüdüğü ve otoriterleşme eğilimlerinin, baskıların, anti-demokratik uygulamaların arttığı ülkemizde, bugün Avrupa ülkelerindeki gibi bir “basın özgürlüğünden” söz etmek mümkün değildir. Basın ve medya kuruluşları da bu süreçlerden payını almıştır.

Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, geçen yıla göre 16 sıra gerileyerek 180 ülke içerisinde 165’inci sırada yer aldı. RSF’ye göre Türkiye, “sorunlu” kategoriden “vahim” kategorisine geçti. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde yayımlanan RSF’nin raporunda Türkiye’de ulusal medyanın yüzde 90’ının hükümet kontrolünde olduğu belirtildi. Raporda ayrıca Türkiye’de 31 gazeteci ve bir medya çalışanının cezaevinde olduğu kaydedildi.

Türkiye’de yüzde 90’ının dışında kalan ve iktidar üzerinde kamuoyunun oluşumunda etkili olan bağımsız medya kuruluşlarından biri de Tele 1 televizyonudur. İki hafta önce Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilecek sözleri nedeniyle gözaltına alındı. İtiraza rağmen tutukluluk kararı verildi. Ardından iktidarın aparatı haline gelen RTÜK’ten Tele 1’e 7 gün ekran karartma ve para cezası verildi. Kimse bu operasyonun sadece Merdan Yanardağ’a ve Tele 1’e yönelik olduğu yönünde bir gaflete düşmesin. Bana göre bu, toplumun bütün kesimlerine yönelik bir gözdağı verme ve medyayı baskı altına alma, susturma operasyonudur.

Bu tür baskıcı ve hukuksuz uygulamalar kabul edilemez. Bu müdahale karşısında amasız, fakatsız Merdan Yanardağ’ın ve Tele 1’in yanında olunmalıydı ve gerekli olan dayanışma en geniş cephede gösterilmeliydi. Ama böyle olmadı. Yeterli tepki verilmedi, basın açıklamalarıyla geçiştirildi. Dolayısıyla bir direnç görmeyen iktidar bununla yetinmeyecek ve toplumsal muhalefete yönelik baskılarını giderek daha da arttıracaktır. 

Bugünkü koşullar sadece seçim dönemiyle açıklanamaz. İktidar uzun yıllar boyunca, inşa etmek istediği rejim için eşikleri birer birer aşarken muhalefet daha çok seyreden taraftaydı. CHP, demokrasiyi sadece seçim sandığına indirgeyerek iktidarın toplumu gericileştirme, muhafazakarlaştırma girişimlerine karşı utangaç davrandı hatta onlarla muhafazakarlık ve milliyetçilik yarışına girdi. Parlamentoyu “olmazsa olmaz” gören kimi sosyalist solun da içinde yer aldığı muhalefet güçleri bana göre bu süreçleri iyi okuyamadı. İktidarın tüm saldırıları karşısında toplumun her kesiminden yükselen itirazları, umut ve direnç yaratacak ortak bir mücadeleye dönüştüremediler. Seçim odaklı, faydacı, sürece yatan bir politika izlendi. Türkiye, belediye başkanlarından üniversite rektörlerine kadar “kayyumlar ülkesine” dönerken, alanlarda verilmesi gereken demokratik tepkiler verilmedi ve gerekli dayanışma gösterilmedi.

Seçimlerde istediği sonucu alamayan Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) değişim tartışmaları, sorgulama sürecini de başlattı. CHP’yi 70’li yıllardan bilirim. Türkiye’de sınıf hareketinin yükseldiği o yıllarda daha sol söylemlerle reformizme yönelmiş, olağan dönemlerde ise devletçi kimliği hep ağır basmıştır. Kendisini sosyal demokrat ve laik olarak tanımlayan CHP’nin Baykal ile başlayan savrulma süreci ve siyasal söylemlerinin Kılıçdaroğlu ile birlikte daha da değiştiğine tanık olduk.  Bu değişim, ne yazık ki sosyal demokrat çizgiden sağ muhafazakâr bir siyasete doğru olmuştur. Kılıçdaroğlu tüm bu süreçlerde toplumun bütününü kucaklamaya dönük sağ popülist bir dil kullanmıştır. 

CHP artık iç tartışmalarını sonlandırıp bir an önce toparlanmalıdır. Kılıçdaroğlu  “yürüyüşümüz sürüyor, buradayız” demek yerine CHP’nin ve siyasetin önünü açacak adımlar atmalıdır. Ancak var olan kadrolarla bunun olamayacağı açıktır. Yeni olana, diri olana ihtiyaç vardır.

Bugün başka bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Tek adam rejimi, iktidarını sürdürebilmenin planlarını hayata geçirmeye devam ediyor.  İnşa etmek istediği rejim için dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışıyor. Otoriterleşmenin kalıcılığa dönüşmesi süreci önündeki engeller bir bir kaldırılıyor. Bu nedenle tüm sol sosyalist çevreler seçim dönemi muhasebesini sonlandırmalıdır. Tüm çevreler, var olan siyasi aidiyetlerini bir kenara koyarak bir olmayı, birlikte iş yapabilmeyi yan yana, omuz omuza yürümeyi başarabilmelidir. Ancak o zaman insanlarda bir şeylerin değişebileceği umudu yaratılabilir.

Yoksa muhalefetten de umduğunu bulamayan, düzenden hoşnutsuz kitlelerin hak arama ve adalete ulaşma umutları tükendiğinde çaresizlik içinde yine iktidara biat edeceklerdir. 23 yıllık bir döngü kendini tekrar edecektir.