Merhaba,

Sümerler başta olmak üzere, elimden geldiğince okumaya, belgesel izlemeye ve mümkün olduğunca müze gezmeye çalışan biri olarak söylüyorum, neler olmuş neler… Ciltler dolusu roman yazılır bu neler olmuş üzerine ve daha neler olacak biz gittikten sonra, kim bilir.

Son yıllarda bizi ekrana bağlayan bazı diziler sayesinde de, farklı frekanslara uzanan yolculuklarımız da oluyor tabii ki. Bilim kurgu izlemeyi seven biri olduğumdan, birçok diziyi kitap okur gibi ezberlediğimi söylesem, yalan olmaz. Paralel evrenleri anlatan dizilerden FRINGE / SAÇAK dizisi, bunlardan sadece biri.

Dizide örneğin sizin 5 ayrı dünyada, 5 ayrı hikayeniz var. Reenkarnasyon gibi! Fakat reenkarnasyondan tek farkı, hepsinin aynı anda yaşanması. Her neyse, bu dizinin bölümlerinden birinde, paralel evrenlerde ajan olan kadın oyuncu, yerde bir şey buluyor ve bulduğunu bir şeye benzetemediğinden, elindeki çok gelişmiş tarayıcıyla malzemeyi taratıyor. Öyle bir zaman ki, bizim teknolojik aletlere rağmen hala kullandığımız KALEM, çoktan kayıplara karışmış. FRINGE dizisini, gerçekten büyük bir keyifle izlemiştim. Ve ona benzer daha bir sürü uçuk senaryoyu peş peşe izledim ama kalem örneği sanırım benim çok dikkatimi çekmişti…

Tarihten bugüne eline geçen her şeye yazmaya çalışan insanoğlunun, artık sanal alemde yazıyor olması ve kelimelerin, bana göre havada uçuşması, insanın her şeyi unutması demek. Çivi yazısından, mürekkebe uzanan yolculukta müthiş bir çaba gösteren insanlık, ne zaman çökeceği belli olmayan, göremediği, dokunamadığı harflerle geleceğe ışık tutmaya çalışıyor. Bana göre bu korkunç bir senaryo, ya da çok abartıyorum kimilerine göre…

Ne zaman Muazzez İlmiye Çığ’dan Sümerleri dinlesem, masal dinliyormuşum gibi geliyor bana. M.Ö 4000 ve 2350 yılları arasında Mezopotamya’da yaşayan ve M.Ö 3200’lü yıllarda çivi yazısını bularak, bize o günlerden ışık tutan tabletler aklımı karıştırıyor.  İlk çağ uygarlığından 21. Yüzyıla uzanan bilgi akışı, hala elle tutulur malzemelerle yazılmış, çizilmiş ve tufana, depreme, savaşa aklınıza gelebilecek her şeye dayanarak, günümüze ulaşmış. Dünyanın korumacı gücüne hayran olmamak elde değil, o belgeleri sanki insanlığın geleceği için saklamış.

Günümüzde tarihe gönül verenler sayesinde, yaşamadığımız dönemleri en derinine kadar öğrenme şansımız oluyor. Antik dönemdeki bir sözcüğü bilmeden kullanıyoruz mesela. Ve hatta günümüzde kullandığımız bir yiyeceği ilk kimin bulduğunu öğrenebiliyoruz, tarihi evraklardan. Örneğin, soframızın vazgeçilmezi ekmeğin yolculuğunu araştırdığımda 4000’li yıllarda Babilliler’in özel fırınlarda pişirdiklerine dair bulgulara rastlandığını ve ilk mayalı ekmeğin ise M.Ö. 2600’lerde Mısır’lılar tarafından üretildiğini öğreniyorum. Teşekkür ederim tarihin bilge ellerine…

Bilginin, tarihi yolculuğunda kaybolmayan, uçmayan, ıslanmayan malzemelere aktarılmasından yana biri olarak diyorum ki, her türlü teknolojik alet bir yana bütün medeniyetlerin çözümlenmiş bilgileriyle birlikte günümüze ait ne varsa, özel bir yerde kayıt altında tutulmalı. Bizden sonraki kuşaklar, medeniyetler kalem kullanmasa da biz onlara her şeyi hatırlatmalıyız. Bilgi yok olmamalı, yeniden ararken zaman kaybolmamalı. İnsanın farkında olmadan kolayca tükettiği ZAMAN, yaşadığı süre boyunca aslında en değerlisi. İşte o yüzden hiç bir şeyi unutmayalım. Bilgiyi ve zamanı iyi değerlendirelim.

Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle…