19 Mart darbe girişiminin ardından, iktidarın uzun vadeli planlarının temelinden sarsıldığı bir tablo ortaya çıktı. Tüm devlet olanaklarını seferber etmesine rağmen, toplumsal tepkiyi tamamen bastıramayan iktidar, inşa etmeye çalıştığı rejimi topluma kabul ettirmekte başarısız oldu.
Bu süreçte, toplumun geniş kesimlerinden gelen direniş, ülke genelinde yayılan dayanışma dalgasını tetikledi. Bu dayanışma, tek adam rejiminin ömür boyu başkanlık planlarına ciddi bir darbe indirirken, rejimin meşruiyetini derinlemesine sorgulayan bir siyasi atmosfer yarattı.
Rejimin Temel Hedefleri
Erdoğan'ın liderliğini mümkün olan en uzun süre boyunca sürdürmek, rejimin temel hedeflerinden biri olarak öne çıkıyor. Bu hedef doğrultusunda, öyle bir siyasi düzen kurulması amaçlanıyor ki, ya seçimler hiç yapılmasın ya da yapıldığında sonuçların değişmesi mümkün olmasın. Diğer yandan kriz koşullarında artan hoşnutsuzluğu bastırarak, rejimin adım adım kalıcılaştırılması amaçlanıyor. Ancak toplumsal direniş, bu hedeflere ulaşılmasını ciddi ölçüde engelledi. Buna rağmen, mevcut koşullarda iktidarın, 'halkın zoru' olmaksızın yetkilerini normal siyasi süreçlerle devretme niyetinde olmadığı açıkça görülüyor.
Seçimlerin hâlâ yapılıyor olması, rejimin çelişki dolu yapısının bir göstergesidir. Tam otoriter rejimlerde dahi seçimlerin varlığı, değişim ihtimalini tamamen ortadan kaldıramaz. Bu nedenle, iktidarın seçimlerle değişme ihtimali az da olsa mevcuttur.
19 Mart darbe girişimi sonrasında, Erdoğan rejiminin rekabetçi otoriterlikten tam otoriterliğe geçiş yaptığına dair analizler giderek artmaktadır. Hatta, bu rejimin artık bir "faşizm" olduğu yönündeki görüşler de sıkça dile getirilmektedir. Ancak faşizmin kurumsallaşma sürecinin tam anlamıyla tamamlanmadığı da bir gerçektir. Kritik olan, rejimin bu süreci hangi hızda ve nasıl tamamlayacağıdır. Bu noktada, verilecek toplumsal mücadele, sürecin ilerleyişini şekillendirecektir.
CHP’ye Yönelik Baskılar, Kürt Sorunu ve Barış Stratejisi
Darbe girişiminden bu yana geçen iki ay içinde, Tek Adam Rejimi her alanda baskılarını artırdı. CHP, Ekrem İmamoğlu ve belediyelere yönelik yeni sıkıştırma dalgası, Erdoğan tarafından açıkça dillendirilmeye başlandı. Belediyelerin yetkilerinin kısıtlanması ve harcamalarının sıkı denetim altına alınması için "Belediyeler Yasası'nda kapsamlı değişiklik" tartışmalarının başlatılması, bu baskıların en belirgin adımlarından biridir.
Kürt sorununa yaklaşımda samimi olunsa, belediyelere yönelik bu tür adımların atılması yerine yerel yönetimlerin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılması gerekirdi. Ancak mevcut uygulamalar, Kürt sorununun çözümüne yönelik taleplerin baltalanmasını amaçlamaktadır.
Hükümetin uygulamaya çalıştığı “süreç stratejisi”, Kürt halkının barış özlemini manipüle ederek bir tuzağa dönüştürmeyi hedefliyor. Sonbahara doğru hazırlanacak Anayasa taslaklarında ana dilde eğitim ve eşit yurttaşlık gibi talepleri hatırlatan maddeler görülebilir. Anca bu süreci bir oyun olarak değerlendiriyorum. Bu oyunun iki temel amacı bulunuyor:
Barışı bir manipülasyon aracı olarak kullanarak, Kürt halkını etkisizleştirip anti-faşist mücadeleden uzak tutmak ve muhalefeti bölmek.
Tahmini 2027 sonunda yapılacak seçimlere kadar zamana yayılan görüşmelerle Kürt halkının taleplerini ertelemek, bu talepleri manipüle ederek siyasal ömrünü uzatmak.
İktidarın barışı manipüle ederek Kürt halkının taleplerini ertelemeye çalıştığı bu tabloda, Kürt halkının ve demokrasi mücadelesi yürüten tüm kesimlerin dikkatli bir strateji izleyerek bu oyunu bozmaları şarttır. Halkın taleplerini göz ardı eden bir barış masasından demokratik kazanımlar beklenemez. Kürt halkının sözcüleri, bir yandan müzakerelere devam ederken diğer yandan halkın taleplerini karşılaması için iktidarı zorlamalıdır. Bu zorlamayla CHP ve diğer toplum kesimlerine yönelik artan devlet baskısına karşı, DEM partinin yeterli dayanışma göstermediği yöndeki algı da son bulacaktır. Halkın baskısı ve birleşik mücadelesi olmadan, topyekun faşizm denemesi yapan Rejim, kendi varoluş nedenine aykırı bir şekilde demokratikleşemez. Bundan sonraki süreçte DEM partinin, müzakere ve mücadeleyi birleştiren bir strateji geliştirerek anti-faşist mücadelede aktif olarak yer alması beklenir.
Ortadoğu’da Stratejik Belirsizlik ve Türkiye'nin Politik Stratejileri
Ortadoğu'da İsrail’in şiddet politikaları, Suriye’de uzlaşı sağlanamaması ve İran’a yönelik askeri müdahale olasılığı, bölgesel ve uluslararası dengeyi zorlaştırıyor. Türkiye'nin egemen sınıfları ise bu belirsizliklere karşı, iç ve dış politikalarını yeniden şekillendiriyor.
Suriye’deki Kürt oluşumlarının kurumsallaşmasını tehdit olarak algılayan Türkiye, bu etkinin sınırlandırılmasını öncelikli hedef olarak belirledi. PKK ile barış görüşmelerine de dayanan bu strateji, bölgesel güç dengelerini Türkiye lehine çevirmeyi amaçlıyor. Egemenlerin gerçek niyeti, İran Seferi öncesi uluslararası arenada meşruluk kazanma ve “bölgede alt-emperyalist bir güç” olarak paylaşım ve hegemonya kavgasında yer alabilmektir.
Analiz edilmesi gereken bir diğer konu, ABD ve İsrail’in ve diğer emperyal güçlerin Kürtlere verdiği desteğin uzun vadede nasıl şekilleneceğidir. Çünkü İran seferi sonrası Ortadoğu’da güç dengeleri değişebilir. Emperyalist güçler artık eskisi gibi bir devlet oluşumuna izin vermemektedirler. Bu konuda deneyimliler. Egemen devlet yerine, her zaman müdahale edebilecekleri etnik ve mezhep temelinde bölünmüş Özerk Yönetimi Bölgeleri oluşturuyorlar.
Birleşik Mücadele ile Demokratikleşme
19 Mart darbe girişimi sonrası Türkiye'nin otoriter rejim inşası süreci, ciddi toplumsal dirençle karşılaşmıştır. Bu süreç, yalnızca iktidarın meşruiyet krizini derinleştirmekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal dayanışmanın gücünü de ortaya koymuştur. Rejimin anti-demokratik yapısını pekiştirme çabalarına rağmen, seçimlerin hâlâ bir ihtimal sunması, değişim umudunun sürdüğünü göstermektedir. Bu noktada, toplumsal dayanışmanın genişletilmesi ve bir demokrasi cephesinin inşa edilmesi zorunludur.
Tek Adam Rejimi’nin, yerel yönetimler ve muhalefete yönelik baskılarla, Kürt halkının taleplerini manipüle etmeye yönelik barış stratejileriyle ve “bölgesel güç” mücadelesindeki politik manevralarıyla varlığını korumaya çalıştığı açıktır. Ancak bu tür stratejiler, rejimin kırılganlığını artırmaktadır. Sonuç olarak, barış ve demokrasi birer soyut ideal değil, somut mücadelelerle kazanılacak hedeflerdir. Bu hedeflere ulaşmak, dayanışma ve kararlılıkla mümkün olacaktır. Türkiye’nin geleceği, halkların bu kararlılığında saklıdır.