İstiklal savaşından sonra tek partili dönemden çok partili döneme geçildi.

Amerika’nın daha doğrusu Amerika ajanlarının desteği ülkeye girdi ve partiler kurdurdular. Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı olan İnönü ile yoğun bir karalayıcı propagandaya girişildi. Din elden gidiyor şeklinde ardı ardına iftiralar yalanlar kentlerden köylere işbirlikçiler tarafından yayılıyordu. Sonunda Demokrat Parti kuruldu. Çok partili sistemde işbirlikçiler daha rahat hareketle ülkeyi yönetmeye başladılar.

Bitmedi…

Günümüzde de devam etmektedir. Bu söylemleri yayanlar çıkarcı, işbirlikçiler çocuklarını askere göndermek yerine çürük raporu alarak kutsal olan görevi ifa ettirmediler. Dillerine doladıkları din düşmanı dedikleri insanların çocukları sıradan vatandaş gibi yaşamlarını sürdürdüler, ama kendi çocukları bambaşka hayatlar yaşadılar. İşte size minik bir hikâye ile söze başlamak istiyorum.

Eski valilerden Antalya Valisi de olan sayın Hüseyin Öğütçü’nden ilginç bir anı…

“Bizim üniversitede okuduğumuz 1940’lı yıllarda okul tatil olduktan sonra 15 gün askeri kamp vardı. Bize bir piyade tüfeği ile asker elbisesi verirlerdi.  1944 yılının haziran ayında Ankara, Söğütözü’nde Karabiberler Çiftliğinde kampa çıktık. O zaman Ankara, Saraçoğlu mahallesinde biterdi. Kamp komutanımız bir albay, yardımcısı ise Kurmay Binbaşı Sıtkı Ulay idi.

Kampa son gün son saatlerde katılmıştım. Benim gibi geç gelenleri ayrı bir çadırda toplamışlardı. On kişilik çadırda konservatuvardan ve diğer fakültelerden öğrenciler vardı. Yataklar dikim evlerindeki atölyelerde asker elbiselerinden artan kumaş kırpıntılarından yapılmıştı. Boyları 1,5 metre kadardı. Yatak içlerinde boş iplik makaraları, teller bile vardı. Benim yatağımın yanında başka bir fakülteden upuzun boylu, ince yapılı bir arkadaş vardı. Dizden itibaren bacakları yatağın dışında kalıyordu. İlk defa kaldığı böyle bir çadırda ve yatakta sabaha kadar uyuyamadığını sanıyorum. Zaten sonraki gün bu uzun boylu arkadaşımızı bizim çadırdan aldılar, yanımızdaki bir başka çadıra verdiler. Bizim çadırımızda bir gece kalan uzun boylu arkadaşımız, bizim manganın yanındaki diğer bir manganın başında idi. Çünkü manganın erleri boy sırasına göre dizilirdi. Fakat bu uzun boylu arkadaşımızın bulunduğu mangada şımarık bazı çocuklar vardı.

Manganın kıta çavuşu uzun boylu, yağız, doğulu bir delikanlı idi. Mangaya doğu şivesi ile saka dün ( sağa dön), sula dün ( sola dön )komutu veriyordu.  Bir gün bu manganın çavuşu, mangasından biraz uzakta başka bir Manganın kıta çavuşu olan hemşerisinin yanına gitmişti. Mangadaki öğrenciler çavuşu taklit ederek doğu şivesi ile “saka dün, sula dün” diye yüksek sesle komut vermeye başladılar.

Manga ’da, çavuşu taklit etmeyen, doğru komut veren sadece bir kişi vardı. O da Manganın başındaki uzun boylu arkadaşımızdı. Taklit edilmesine üzülen kıta çavuşu geri döndüğünde manganın başında bulunan uzun boylu arkadaşımıza:

 “Teessüf ederim. Senin aile terbiyen noksan” dedi.

Manganın başındaki uzun boylu arkadaşımız çavuşu taklit etmediği halde tam askerce bir selam verdi ve sesinin çıktığı kadar bağırarak: Özür dilerim. Bir daha yapmayacağımı komutanım” dedi.

Herkes hayret ve şaşkınlıkla bu durumu seyrediyordu. Kendisine “aile terbiyen noksan” denilen uzun boylu arkadaşımız, zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü idi. Bu durum karşısında herkesin ayıpladığı şımarık ve terbiyesiz öğrenciler bir daha kıta çavuşunu taklit etmeye cesaret edemediler. Kampla ilgili diğer bir anım da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve eşi Mevhibe İnönü ile ilgilidir.

Kampın açılışından birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve eşi Mevhibe İnönü at üstünde kampı ziyarete geldiler. Erdal İnönü kampın en uzun boylu öğrencisiydi.  Mevhibe İnönü uzaktan oğlunu asker elbisesi ile görünce heyecanlanmış, İsmet İnönü‘ye dönerek “ Bak Erdal orada” demişti.

İsmet İnönü başını çevirmeden “Onların hepsi Erdal” cevabını vermişti.

İyi İnsanlar güzel aileyi oluşturur, güzel çocuklar yetiştirir………

Çirkin İnsanlar ahlaksız çocuklar yetiştirir…

Bizden söylemesi…