Değerli okuyucularım. 17 Nisan Çarşamba günü köy enstitülerinin 84, kuruluş yıldönümüydü. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Antalya Şubesi olarak Türk eğitim tarihinin en önemli ve en özgün eğitim kurumu olan köy enstitülerinin bu önemli gününü şimdi Aksu Fen lisesi yerleşkesi içinde bulunan eski Aksu Köy Enstitüsünün toplantı salonunda kutladık.

Ben eski Gönen Köy Enstitüsü yerleşkesinde eğitim öğretimini sürdüren Isparta Gönen ilköğretmen okulunun 1964 mezunu olarak, köy enstitülerinin ruhuyla kimlik ve kişilik bulmuş emekli bir öğretmenim. Köy enstitülerinin cumhuriyet Türkiye’sinin aydınlık yüzü olduğu ve ne kadar büyük başarılara imza attığı, herkes tarafından bilinmektedir. Onun için ben şimdi uzun uzadıya bunları anlatmayacağım. Bu yazımda köy enstitüleri eğitim sistemini ve bu sistemin günümüz eğitim sistemine nasıl uyarlanabileceğini kendi çapımda anlatmaya çalışacağım.

Fakat öncelikle eğitim denildiği zaman ne anladığımız gerektiğine bir bakalım istiyorum. Eğitim denilince genelde insanların aklına öğretmen, öğrenci ve okul gelmektedir. Oysa aslında aklımıza gelmesi gereken ilk şey, bu üçlünün nasıl bir eğitim sistemi uyguladığı olmalıdır. Çünkü aslında eğitim bilimi, davranış kazandırma bilimi demektir. İnsanlarda istenen davranış değişikliklerini yaratmak, insanlara istenilen davranışları kazandırmak için yapılan bir faaliyettir. 

Yine pek çoğumuz, öğrenme ve öğretme işinin eğitim olduğunu düşünürüz. Oysa öğretilen bilgi davranış haline geldiyse eğitim söz konusudur. Örneğin trafik ışıklarına uyulması gerektiği -insanlar bunu bildiği- halde insanlar kırmızı ışıkta geçiyorsa öğrenilen bilgi davranışa dönüşmemiş demektir. Yani öğrenme tam, ama eğitim, yani davranış sıfırdır. Eğitimi bu biçimde bilginin davranışa dönüşmesi olarak düşünmemiz gerekmektedir. Yoksa hocanın söylediğini yap da gittiği yoldan gitme özdeyişimizde olduğu gibi bilgiyle davranış çelişir.

Eğitimin bu tanımını dikkate alarak bir değerlendirme yaptığımız zaman bugün Türkiye’de devlet okullarında eğitimin çok ama çok düşük olduğunu hatta yok olduğunu kabul etmek zorundayız. Çünkü bu günkü sistemde araştırma, inceleme, deney, gözlem, sorgulama ve yaşama uygulama diye bir şeyin olmadığı bir öğretim sistemi var. Bu öğretim sisteminde öğretilenlerin neden ve niçinine inmenin bile, zaman kaybı sayıldığı ve bilgilerin ezberletilerek hap gibi yutturulduğu ve içinde eğitimin olmadığı bir öğretim sistemimiz var.

Şimdi bu sistemde eğitimsiz öğretimle yetişen, insan yapımıza bir bakalım mı? Birinci planda ne görüyoruz. İnsan kalitemiz çok düşük. Okur-yazarlık oranının % 30’ları geçmediği 1930’lu yıllarda insan kalitemiz her bakımdan bugünkünden çok ama çok daha yüksekti. O günlerin Türkiye’sindeki insanlar okuma yazma bilmese bile harama, hileye, haksızlığa karşı duran; gerçekten vatanını milletini seven, inancında samimi, ahlak ve vicdan sahibi insanlardı. Bugün eğitim seviyesi düşük, öğretim seviyesi çok yüksek bir insan yapımız var ama etik ve evrensel insani değerler yerlerde sürünüyor. Demek ki davranışa dönüşmeyen bir öğretimin hiç kimseye bir faydası yoktur.

İkinci dünya Savaşının bittiği 1946 yılında Türkiye Avrupa’daki devletlerin yarısından fazlasının önündeydi.  Bugün Avrupa’da bizim gerimizde devlet kalmadı, dünyada da hiçbir alanda ilk yüze giremiyoruz. Pek çok alanda üçüncü dünya ülkelerinin gerisinde kaldık. Mevcut eğitim sistemimizle de bir basamak daha yukarı çıkma olanağımız bulunmadığı gibi yönümüz en sonuncu basamağa dönüktür. Bu sistemin hedefi, Cahiliye Dönemi Arap toplumu yaratmaktır.

Çünkü devlet eğitimin inkılap yönüne değil irtica yönüne yatırım yapmaktadır. Milli eğitim Bakanlığı bütçeleri azaltılarak, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin şişirilmesi eğitimdeki hedefin en iyi göstergesidir. Devletin eğitime ayırdığı payı kısarak, eğitimi özel okullara, tarikat ve cemaatlere havale etmek istediği açıkça görülmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada eğitim tam bir Şark kurnazlığıyla siyasi çıkarlar doğrultusunda yapılmaktadır. Bu yüzden eğitim mafyaya eleman, partiye yandaş yetiştirme ve devleti ele geçirip ihaleyi kaparak devleti soymak amacıyla devletin milletin dinin ve tüm değerlerin acımasızca kullanıldığı bir bataklık haline gelmiştir. Fakat unutulmamalıdır ki, bu gidişin on yıl sonrası orta çağ çukuru olup o zaman ne devlet ne din ne millet kalmayacaktır. 

Şimdi bir de köy enstitüleri eğitim sistemine bakacak olursak orada eğitimle öğretimin bir arada yürütüldüğünü ve öğrenilen her şeyin davranışa dönüştüğünü görüyoruz. Yani bugünkü okullar ne denli eğitimden uzak bir öğretim kurumu ise köy enstitüleri tam anlamıyla bir eğitim ve öğretim kurumuydu. Bunu kafanızda örneklerle canlandırmak gerekirse, köy enstitüsünde idris ağacı anacına vişne nasıl aşılanır, tavuklardan en iyi verimi almak için neler yapılır, kil nasıl karılıp nasıl pişirilerek tuğla haline getirilir, turşu nasıl kurulur, enjektörle kabadan iğne nasıl yapılır? Bunları anlatarak öğretsek yapabilir misiniz? Bunlar yapmadan uygulamadan becerilebilecek bilgiler midir? Köy enstitüsü eğitim sisteminde bunlar yapılarak uygulanarak öğreniliyordu.

Bu şekilde iş içinde üreterek eğitim yapmadan yetişen bugünkü insanlarımıza da bir bakalım isterseniz. Bu eğitim sistemi sonucunda gençlerimiz hızlı bir biçimde üniversitelerde yığılmakta, üniversite ise çözümden çok çözümsüzlük üreterek milyonlarca işsiz, işe yaramaz, elinden bir iş gelmez, doğru dürüst kimlik ve kişilik geliştirememiş insanı sokağa salmaktadır. Bunların çok azı inancına, siyasi görüşüne göre işe alınırken, en fazla ayrım yapılan, liyakat yerine devlet kadrolarının yandaşlardan oluşturulduğu, haksızlıkların yolsuzlukların en fazla yapıldığı bir ülke durumundayız.  

Yanlış adli kararlarda rekor bizde, sınavlarda torpil bizde, sağlıkta ticaret bizde, esnafta eksik gramaj sahte üretim rekoru bizde… Yalan, palavra, yağcılık, yalakalık bizde. Peki okullarda bunların yanlış olduğu öğretilmedi mi? Bu insanlar davranışlarının yanlış olduğunu bilmiyor mu? Elbette ki biliyorlar. Yani öğretim tam, ama davranışa dönüşmediği için eğitim sıfırdır. Onun için Türk Milli Eğitiminden, eğitimin çıkarılıp, öğretim sözcüğünü koymak gerekir. Eğitime dönüşmeyen öğretim ise ahlaki ve insani bir değer kazanamadığı için insanlığın faydasından çok zararına bir işlev görmektedir.

Aslında üniversite Türk eğitim sisteminin katilidir diyebiliriz. 1970’li yıllarda üniversite giriş sınavlarının test tekniğine dönmesiyle Türkiye’de eğitim bitmiştir. Bundan sonrası öğrencinin ne sanatı ne sporu ne oyunu ve ne de kitap okuması kalmamış öğretim kuru bilgilerin ezberletildiği bir at yarışına dönüşerek mevcut kalitesiz insan yapımıza kaynak olmuştur. Eğer kaliteli kişilikli insan yetiştireceksek bu üniversite sisteminin bitirilmesi, sınavların kaldırılması gerekmektedir.

Bunun için değişik çözümler getirilebilir. Örneğin Almanya’daki gibi çocukları mesleğe yönlendirerek üniversiteye gideceklerin lisesi ayrılarak üniversite önündeki yığılma azaltılabilir. Ya da Avustralya’da olduğu gibi her fakültenin farklı eğitimler veren A.B.C gibi bölümlerinden birine sınav puanına göre yerleştirilir. Diplomaları eşit olmasa da her isteyen farklı düzeylerde üniversite mezunu olur. Fakat ne var ki üniversite sınavları kaldırılmadan ülkede eğitim adına bir adım bile atılamaz.