Türkiye’de milyonlarca insan her sabah aynı telaşla uyanıyor… Kahvaltı hazırlanacak, çocuk okula bırakılacak, işe yetişilecek. Gün akşam olup da eve dönülene kadar bitmiyor ki… Yemek, bulaşık, ödev, tekrar yatış. Ertesi sabah aynı döngü yeniden başlıyor. Bu bir yaşam değil, bir tekrardan ibaret.
Ev–iş–ev ya da ev–okul–ev üçgeni, adı üstünde bir üçgen. Geometrik olarak bakıldığında çıkışı yok. Uçları belli, yönü belli ve kimse bu üçgenin dışına çıkamıyor. Çıkanlar ya deli ya da tembel ilan ediliyor. Çünkü sistem bunu istiyor: Sorgulama, sadece çalış.
Oysa insan sadece çalışmak, tüketmek ve tekrar çalışmak için yaratılmadı. Hayat bu kadar mekanik ve tek düze olmamalıydı. Ama öyle oldu. Günümüz Türkiye’sinde insanlar artık sadece ay sonunu getirebilmek için yaşıyor. Hayal kurmak bile lüks oldu.
Ne bir nefes alma molası, ne bir kendine zaman ayırma fırsatı… Tatil desen yılda bir hafta, o da kredi kartı borcuna yazılıyor. Kitap okumaya vakit yok, sanata ilgi lüks, spora zaman ayırmak ise neredeyse imkânsız. Çünkü gün, çalışmaktan başka hiçbir şeye yetmiyor.
Bu döngü, bireyi zamanla sıradanlaştırıyor. Ruhu törpülüyor, enerjisini tüketiyor. Kimse neden mutsuz olduğunu bilmiyor ama herkes yorgun. Herkes bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor ama adını koyamıyor. Belki de eksik olan “yaşamak” kelimesinin ta kendisi.
Kadınlar için bu döngü daha da ağır. Sabah erken kalk, çocukla ilgilen, işe git, akşam eve gel, yine çocuk, yine yemek, yine temizlik… Ve bütün bu çabanın karşılığında “Sen zaten evde oturuyorsun” ya da “İşin ne ki?” gibi cümleler duy. Bu adil değil.
Erkekler içinse “eve ekmek getirme” baskısı var. Kendi istemese bile fazla mesaiye kalmak zorunda kalıyor. Psikolojik yorgunluk, zamanla fiziksel çöküşe dönüşüyor. Ama konuşmuyorlar, anlatmıyorlar. Çünkü "erkek adam yorulmaz" efsanesi hâlâ geçerli sayılıyor.
Çocuklar bile bu döngüye küçük yaşta dahil ediliyor. Okul, kurs, etüt, sınav… Oyun oynamaya, doğayla buluşmaya zaman yok. Sadece test çözen bir nesil yetişiyor. Hayal kurmayı unutan, soru sormaktan çekinen, sadece başarılı olmaya kodlanan çocuklar…
Bu düzenin adı “hayat” olmuş ama içinde hayat yok. İnsanlar birbirine benzeyen sabahlar ve akşamlar arasında sıkışıp kalmış. Herkes “bir gün değişir” umuduyla devam ediyor ama o “bir gün” hiç gelmiyor. Gelmeyecek de, eğer bu düzene bir itiraz yükselmezse.
Kimi zaman sosyal medyada “hayatı yakala”, “kendin için yaşa” gibi mesajlar dolaşıyor. Ama o mesajları paylaşanlar da sabah dokuz, akşam altı arasında sıkışmış, uykusuz, mutsuz ve borç içinde insanlar. Gerçekçi değil bu çağrılar. Sahici hiç değil.
Bu yazıyı yazarken bile bir gözüm saate kayıyor, çünkü hepimizin zamanı sınırlı. Yazının sonunda eve dönmem, yarınki mesaiye hazırlanmak için erken yatmam gerekiyor. Yani ben de bu üçgenin içindeyim. Ama en azından bunun yanlış olduğunu biliyorum.
Belki de ilk adım bu: Sorgulamak. Bu döngüyü “normal” kabul etmemek. Hayatı sadece çalışmak ve tüketmekten ibaret sanmamak. Kendimize, sevdiklerimize ve hayallerimize alan açmak… Çünkü gerçekten yaşamak, bu düzene razı gelmemekle başlıyor.