Türkiye’de sağlık sistemi uzun zamandır yapısal bir krizle karşı karşıya… Eskiden yalnızca özel hastanelerde yaşanan randevu krizi bugün devlet hastanelerini de sarmış durumda. Vatandaşlar günlerce hatta haftalarca ileri tarihlere randevu alamıyor. Bu durum, sağlık hizmetine erişimi ciddi biçimde kısıtlıyor ve halk sağlığını doğrudan tehdit ediyor.
Özellikle büyükşehirlerde sabahın erken saatlerinde sağlık ocağında, hastane polikliniklerinde kuyruklar yeniden boy göstermeye başladı. Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) üzerinden randevu almak neredeyse imkânsız hâle geldi. Bazı dallar için aylar sonrasına bile randevu bulunamıyor. Acil hastalığı olmayanlar sistemin dışına itiliyor.
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ilk yıllarında hızlı erişim ve kolay muayene vaadi, bugün yerini “beklemenin de bir sağlık hizmeti” olduğu gerçeğine bırakmış durumda. Çünkü sistem, artan hasta sayısına karşın hekim sayısını ve altyapıyı yeterince geliştirmedi. Nüfus arttı, şehirler büyüdü, ama sağlık sistemi yerinde saydı.
Kamu hastanelerindeki yoğunluk nedeniyle hekimler dakikalar içinde hasta muayene etmek zorunda kalıyor. Bu da hem doktorların hem de hastaların memnuniyetsizliğine yol açıyor. Hızlı muayene, teşhis hatalarını ve yüzeysel tedavileri beraberinde getiriyor. Hekimler tükeniyor, hastalar iyileşemiyor.
Öte yandan sağlık sistemi giderek piyasalaştırılıyor. Özel hastanelerle yapılan anlaşmalar, kamu hizmetini zayıflatırken “paran varsa muayene olursun” anlayışını da meşrulaştırıyor. Bu durum dar gelirli yurttaşların sağlık hakkını kullanmasını daha da zorlaştırıyor. Devlet hastanelerine yönelen yük ise artıyor.
Randevu alabilmek için sabahın altısında uyanan, aile sağlığı merkezlerine gidip sıra bekleyen insanların görüntüleri, sistemin ne denli tıkandığını ortaya koyuyor. Teknoloji ile hizmeti kolaylaştırmak hedeflenirken, MHRS adeta erişilmesi zor bir duvara dönüştü. Bazı vatandaşlar bu sistemle alay edercesine “şans oyunu” diyor.
Sağlık hizmeti beklemeye gelmez. Erken teşhis hayat kurtarır denilirken, bu teşhislerin gecikmesi hayati risklere neden oluyor. Özellikle yaşlılar, kronik hastalar ve çalışanlar için bu bekleme süreleri ciddi mağduriyetler doğuruyor. İhmal edilen her randevu, gelecekte daha büyük sağlık sorunlarına davetiye çıkarıyor.
Sağlık çalışanları da bu tıkanıklıktan nasibini alıyor. Artan iş yükü, mobbing, düşük ücretler ve hastalarla yaşanan gerilimler sağlık çalışanlarının istifasına ya da yurtdışına göç etmesine neden oluyor. Bu durum mevcut kadroları daha da yetersiz hâle getiriyor; sistem kendi kendini yiyip bitiriyor.
Sağlık sistemi, yalnızca “hastaneye gitmek”ten ibaret değildir. Koruyucu sağlık hizmetleri, zamanında tanı, yeterli personel ve ulaşılabilir randevu sistemi olmadan sağlık hakkından söz edilemez. Mevcut sistemde bu hak, kâğıt üzerinde kalıyor. Vatandaş, sağlık hizmetini değil, “sıra beklemeyi” yaşıyor.
Çözüm, sadece yeni hastane binaları yapmak değil; etkin bir sağlık planlaması, hekim dağılımı, koruyucu sağlık politikaları ve adil bir hizmet sistemi kurmaktır. Aksi hâlde “hastane var ama doktor yok, doktor var ama randevu yok, randevu var ama ilaç yok” kısır döngüsü devam eder. Sağlık sistemindeki bu çöküş, görmezden gelindikçe derinleşir…