Erzurum’da Karayazı otobüs yazıhanesinde hareket saatinin gelmesini beklerken ben yine 1964 yılının sonbahar mevsiminde çoktan çıkmıştım yola. Erzurum çıkışı asfalt olsa da biraz sonra yolun stabilize kalitesi bile sürekli düşüyordu. Çoban Köprüsünün üstünden geçerek Muş yoluna dönünce yolun standardı daha da düştü. Artık toprak yol Aras ile yan yana ilerliyor, kamyonun arkasında yoğun bir toz tabakası yükseliyordu.

Aras Nehri eğimi oldukça az bir yatakta sakin sakin akıyor, kimi yerde daralarak yatağında derinleşirken kimi yerde yayılarak sığ bir hal alıyordu. Toprak yolda kamyon tozu dumana katarak suyun akışına ters yönde ilerliyorduk. Bu şekilde 60 kilometre kadar Köprüköy-Muş yolunda ilerledikten sonra Mescitli Nahiyesinde sola dönen Karayazı yoluna saptık. Mescitlide inenler ve binenler oldu.

Mescitliden Karayazı’ya sapınca yolun standardı daha da kötüleşti. Yani bu yoldan kamyon ve traktörün dışında ancak arazi vitesli jeepler gidebilirdi. Karaçullu ve Payveren köylerinin önündeki engebeli araziyi geçtikten sonra yol ovaya çıkınca artık her yer yoldu. Şoför direksiyonu düzgün gördüğü tarafa kırıyordu. Aras kıyısından (Mescitli’den) saptıktan 45 kilometre sonra Karayazı’ya geldik.

Karayazı işte burası denildiğinde şok oldum diyebilirim. Ortada yerleşim diyebileceğimiz bir şey yoktu. Solda bir hükümet konağı, onun iki çaprazında ilkokul ile sağlık ocağı biraz ileride de karakol beyaz çinko çatı kaplamalarından devlet binaları olarak fark ediliyordu.

Sivil halka ait 200 metre kadar uzunluktaki bir yolun iki tarafında, iki sıra halinde birkaç tane toprak damlı basık binalar vardı. Bunlar üç kahve, üç bakkal, bir konfeksiyon ve kumaş, iki terzi bir berber, bir fırın, PTT ve Ziraat Bankası şubesiydi.

Hükümet binası dahil hiçbir binanın önünde veya etrafında bahçe veya bahçe duvarı tek bir ağaç veya bitki ya da kaldırım gibi bir şey yoktu. Yani Karayazı’nın içinden geçtiğimiz köylerden hiç farkı yoktu. Hatta Karaçullu ve Mescitli Karayazı’dan daha düzgün ve daha büyük köylerdi.