Bugün 2010 referandumundan sonra paramızın izinden gitmeyi sürdüreceğiz.
O zaman 2010 itibariyle bir bakalım TL’nin durumuna. 2010 itibarıyla ekonomi toparlandıkça Türk Lirası da bir miktar değer kazandı. 2010 ortalarında (referandum zamanı) 1 USD ≈ 1.50-1.55 TL seviyelerinde seyrediyordu, ancak hala 2007 öncesine göre daha zayıftı.
2010 Referandumu Sonrası Ekonomi Kadroları ve Politikalarında da hızlı bir değişim gözlendi.
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan 2009 da göreve gelmişti bu görevi 2015 e kadar sürdürdü. Makroekonomik istikrar, düşük bütçe açığı, yapısal reformlar yaptı, 2008 krizi sonrası Türkiye’nin hızlı toparlanmasında rol oynadı. Özellikle mali disiplin, düşük borçluluk ve bankacılık sektörünün sağlamlığı ön plandaydı. Piyasalar tarafından güven duyulan bir isimdi. Bu nedenle hatırlarsanız DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan olarak altılı masaya katılmış ve ‘’Aday olarak seçilirsem kazanırım’’ halk bana güven duyuyor demişti.
2011’den itibaren uygulanmaya başlanan ‘Faiz Koridoru Uygulaması ‘ ile sabit faiz yerine "alt ve üst sınırdan oluşan" esnek bir yapı kuruldu. Amaç, TL’yi istikrarlı tutmak ve sıcak para girişlerini yönetmekti
Bankalara kredi büyümesi sınırlamaları, zorunlu karşılık artışları getirildi. Cari açıkla mücadelede kullanıldı. Beton sevgimiz o yıllarda daha da katlanarak arttı ve teşvik paketleriyle üretim, ihracat desteklenirken özellikle inşaat, enerji ve altyapı sektörlerinde büyüme desteklendi.
Siyasi Müdahale Başlangıcı ve Düşük Faiz Vurgusu!
2012’den itibaren Erdoğan'ın "faiz sebep, enflasyon sonuçtur" tezi daha sık dile getirildi. Bu söylem ilerleyen yıllarda Merkez Bankası bağımsızlığı üzerinde ciddi baskılar oluşturdu. TL Üzerindeki Etkileriyse 2010 Güçlü sermaye girişi, düşük enflasyon beklentileri ile 1.50–1.55 Aralığında seyreden
1 Dolar, Fed'in genişleyici para politikası, sermaye akışları ile 2011–2013 arasında1.60–1.80 TL aralığında ve 2013 Sonrası Gezi olayları, siyasi gerilim, Fed tapering, sermaye çıkışı ile 1.90 TL ve üzerine çıktı.
TL’nin Değer Kaybetme Süreci 2013 sonrası hızlandı. 2010–2012 arasında görece istikrarlı bir paramız vardı. 2013 sonrası siyasi-spekülatif risklerle değer kaybı başladı.
2013'te Fed’in parasal sıkılaşma sinyalleri ("taper tantrum") da gelişen ülke paralarını baskıladı.
(“Taper Tantrum”, 2013 yılında ABD Merkez Bankası’nın (Fed) parasal genişlemeyi azaltacağına dair verdiği sinyallerin, küresel piyasalarda özellikle gelişen ülkelerde büyük dalgalanmalara yol açtığı dönemi ifade eder.)
Türkiye’nin cari açığı ve artan siyasi belirsizlikler nedeniyle TL kırılganlaştı. 2013 sonrası Merkez Bankası’nın bağımsızlığı tartışmaya açılınca TL üzerindeki baskı arttı.
2013 yılı Türk siyasi hayatı ve toplum üzerinde de büyük öneme sahip oldu. Çünkü hala konuşulan ve korkulan Gezi Olayları oldu.
Gezi olaylarını da hatırlatmak isterim burada.
Mayıs 2013’te yani tam 12 sene önce,İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılmak istenmesi üzerine bir grup çevreci protestocu parkta kamp kurdu.Polisin bu protestoculara orantısız müdahalesi, olayları tetikledi.Polis müdahalesi ve hükümetin sert tutumu büyük tepki topladı.
Gösteriler sadece çevre odaklı değil, aynı zamanda ifade özgürlüğü, otoriterleşme, yaşam tarzına müdahale gibi nedenlerle ülke geneline yayıldı. 80’den fazla şehirde protestolar düzenlendi.
Bu olayların sonuçları elbette en çok da ekonomimize etki etti.
Borsa İstanbul (BIST 100), Haziran 2013'te bir haftada yaklaşık %10 değer kaybetti. TL, diğer gelişen ülke para birimlerinden daha fazla değer kaybetti.
Bu döviz kurlarında açıkça görüldü. Mayıs 2013te 1 USD ≈ 1.80 Türk Lirasıyken, Haziran 2013 sonu 1USD ≈ 1.95 TL oldu. Bir ay kadar bir zamanda 1.80 TL'den 1.95 TL'ye çıkan kur %8.33 oranında artmış oldu. Türkiye’nin CDS primi yani borcunu geri ödeyememe riski yükseldi. Yabancı Yatırımcı Güveni Sarsıldı Türkiye’nin siyasi istikrarına dair soru işaretleri arttı. Kısa vadeli sermaye çıkışları hızlandı.2013 yazında turizmde kısa vadeli rezervasyon iptalleri oldu. AVM'ler, küçük esnaf ve bazı şirketler protestoların yoğun yaşandığı bölgelerde ekonomik kayıplar yaşadı.
Aynı dönemde ABD'den gelen taper tantrum sinyalleriyle birleşince, Merkez Bankası hem iç hem dış kaynaklı kur baskısı altında kaldı. Siyasi baskılar nedeniyle Merkez Bankası'nın hızlı karar alma kapasitesi sorgulanır hale geldi.
AKP hükümeti olayları bir “darbe girişimi” gibi yorumladı. İktidar, bu olaylardan sonra güvenlikçi ve merkeziyetçi bir yapıya büründü. Kutuplaşma derinleşti, toplumsal ayrışma belirginleşti. Sivil toplum üzerindeki baskılar arttı; ifade özgürlüğü alanında daralma yaşandı.
Pazartesi 1. Mehmet Şimşek dönemiyle paramızın izini sürmeye devam edeceğiz.