Geçen gün tesadüfen bir türkü dinledim. ‘Kalkan ile Kaputaş’ın Arası” İlk başta sadece melodisi sardı içimi, sonra sözleri bir bir dizildi yüreğime.

O berrak maviliğin, o kartpostal güzelliğindeki plajın aslında ne çok hüzün taşıdığını bilmezdim. Meğer bir güzelliğin ardına bu kadar acı gizlenirmiş.

Kaputaş Plajı’nı bilen bilir. Kaş ile Kalkan arasında, sarp kayalıkların arasına sıkışmış bir cennet parçası. Masmavi suyu, altın rengi kumu, o meşhur merdivenleri… Gidip gören herkes “dünyanın en güzel yeri” der. Ama kimse o taşların arasında yitip gitmiş hayatları, kaybolmuş gözyaşlarını anlatmaz.

Türküde bir annenin çığlığı vardı. Denize giren genç bir kızın geri dönemeyişi. O akıntının, o masum görüntünün ardında gizlenen vahşi doğa… Anlattıkça türkü, gözümde Kaputaş başka bir yere dönüştü. Sadece bir plaj değil, bir hafıza taşı oldu. Kumlarında geçmişin ayak izleri, dalgalarında boğuk bir ağıt vardı sanki…

Biz güzelliğe ne kadar kolay kanıyoruz. Bir yer güzel mi? Hemen fotoğrafını çekeriz, filtre ekleriz, paylaşırız. Ama oranın ruhu? Geçmişi? Yaşanmışlığı? Hiç umurunda olmaz kimsenin. Oysa Kaputaş sessizce bağırıyor… “Beni sadece güzelliğimle sevmeyin!”

Köylüler anlatıyor, eskiden oraya kimse kolay kolay inmezmiş. “Deniz alır” derlermiş. Bir şey bildikleri varmış demek. Ama biz betonu, turisti, parayı güzelliğin önüne koyunca doğanın uyarılarını da susturmuşuz. Belki de Kaputaş’ta ağlayan sadece bir annenin yüreği değil, doğanın ta kendisi.

Türküyü dinlerken gözlerim doldu. Belki de sadece kayıplar için değil, kendimizi kaybettiğimiz için ağladım. Doğayla kurduğumuz o kadim bağ kopmuş sanki. Biz sadece “gitmiş olmak için gidiyoruz” artık. Hissetmiyoruz. Dinlemiyoruz. Gördüğümüzü sandığımız şeyin öyküsünü merak etmiyoruz.

Kaputaş, bana bir şeyi hatırlattı: Her güzelliğin bir bedeli olabilir. Ve her güzelliğin arkasında anlatılmamış bir hikâye saklıdır. Belki bir kayıp, belki bir kavuşamama, belki de bir pişmanlık… Ama mutlaka bir hikâye vardır. Yeter ki biz dinlemeye niyetli olalım.

Türkü sona erdiğinde uzun süre sessiz kaldım. Kaputaş’ı bir daha gördüğümde eskisi gibi bakamayacağımı biliyorum. Orası artık benim için sadece denize girilecek bir yer değil, bir hatırlatma. Hayatın ve doğanın narinliğini simgeleyen bir yer.

Eğer yolunuz Kaputaş’a düşerse, sadece fotoğraf çekmeyin. Biraz durun. Rüzgârı dinleyin. Dalgaların fısıltısına kulak verin. Belki siz de o türküde anlatılan kederi duyarsınız. Ve belki, bir nebze olsun, o sessiz acının tanığı olursunuz…