Sabahın erken saatleri. Güneş henüz taşlara düşmemiş ama antik kentin girişinde bir kalabalık oluyor. Ellerinde haritalar, boyunlarında fotoğraf makineleriyle turistler adeta birer modern gezgin... Kimisi Almanca konuşuyor, kimisi İtalyanca. Bir çocuk Fransızca bir şeyler soruyor annesine. Aralarında Türkçe duymak zor. Sanki kendi memleketinde misafirsiniz adeta…

Perge’de bir köşede İspanyol, rehberlerinin heyecanlı anlatımını dinliyor. Başka bir köşede Japon bir çift, yazıtların fotoğrafını çekiyor, her bir detayı dikkatle inceliyorlar. Yüzlerindeki merak, binlerce yıl öncesinin taşlarıyla sessiz bir sohbete girmiş gibi…. Antik kentler, sadece taşlardan ibaret değil. Her taş, her sütun, geçmişin fısıltılarını bugünün uğultusuna katıyor. Belki de bu kalıntılar, evrensel bir merakın merkezinde duruyor.

Gözlemlerime göre en çok ilgi gören yerler genellikle tapınaklar ve tiyatrolar. Fotoğraf çekmek için herkes sıraya giriyor. Kimse yazıtları okumuyor. Oysa o yazıtlar, bu toprakların sesini anlatıyor. Aralarında bir tek yaşlı bir Alman beyefendiyi gördüm, yanında eski diller sözlüğü vardı. Yazıtları okurken hafifçe gülümsüyordu. Antik tiyatroya oturup biraz soluklanmak istediğimde yanımda iki Koreli çift vardı fotoğraflar çekinmek için şık giyinmişlerdi.

Turist kalabalığı arasında kaybolmak bazen rahatsız edici olabilir, ama aynı zamanda renkli bir deneyim. Her milletten insanın aynı taşlara dokunması, aynı gökyüzüne bakması, dünyaya ait olma hissini pekiştiriyor. Antik kentler bir anlamda insanlığın ortak mirası değil mi zaten?

Yine de bazı zamanlarda keşke bu kadar kalabalık olmasa diyorum. Sessizliği, taşların doğal melodisini dinleyebilmek için. Bir gün erken saatte yalnız girdiğimde duyduğum kuş sesleri ve rüzgârın taşlara çarpışı, rehber anlatımlarından çok daha etkileyiciydi.

Turizm, bu antik yapılar için hem bir şans hem bir risk. Gelir sağlıyor, tanıtım yapıyor ama aynı zamanda yapıları yıpratıyor. Diller çoğalıyor ama bazen anlamlar kayboluyor. Rehber anlatımları çoğu zaman derinlikten uzak, ezberlenmiş cümlelerle dolu.

Yine de umutluyum. Belki bir gün bir çocuk, elinde kendi yazdığı bir hikâyeyle antik tiyatronun taş basamaklarına oturur. Kendi dilinde, bu taşlara yeniden ses verir. Çünkü tarihle kurulan en gerçek bağ, onu sadece görmekle değil, hissetmekle kurulur.