Havalar desen, yine bildiğimiz gibi. Güneş tepemize çökmüş, nem yavaş yavaş cilde yapışmış, ter sırılsıklam olmama ramak kalmış. Sabah kapıdan adımını atarken “bugün biraz daha hafif giyineyim” diyorsun ama ne giyersen giy, sıcaktan kaçış yok. Sokaklar fırın olmaya başlamış, kaldırımlar adeta yanıyor. Tam da bu havalarda serin bir yer bulup oturmalı derken, bir de ne var bilin bakalım? Trafik!
Antalya’nın sıcağı bir yanda, trafiği başka bir bela. Araçtayken sanki klimadan değil, fön makinesinden hava geliyor gibi. Camları açsan, dışarısı hamam. Kapatsan, içerisi sauna olmaya yavaş yavaş aday… Hele bir de tam öğle saatinde yola düştüysen, Allah sabır versin. Tüm kavşaklar dolu, kırmızı ışık bitmiyor, yeşil desen zaten yanıp sönene kadar bir minibüs daha kırmızıda geçmiş oluyor.
İnsan bazen diyor ki, “Acaba arabayı bırakıp yürümeye mi başlasam?” Ama bu sıcak havada o da mümkün değil. Üç adımda bayılma noktasına geliyorsun. O an kafanda senaryo yazıyorsun: “Ben bu trafiğin içinden nasıl çıkacağım, eve nasıl ulaşacağım, klimam bozulursa ne yapacağım?” derken içinden geçenleri dışa vurman bir saniye sürüyor. Küçük bir korna, büyük bir isyan…
Trafik sıkışıklığı artık sadece bir ulaşım sorunu değil, psikolojik bir yük. Direksiyon başında geçirdiğimiz zaman, resmen ömrümüzden çalınıyor. Bir saatlik yol iki saate çıkınca, içten içe “Ben bu hayatı böyle mi geçireceğim?” diyorsun. Hele bir de işe geç kalıyorsan ya da acelen varsa, yandın. Öfke, stres, ter… Hepsi bir arada. Üstüne bir de radyo sabah sabah neşeli şarkılar çalıyor; insan “sen sus, ben ağlıyorum” diyesi geliyor.
En kötüsü de şu ki ister inanın ister inanmayın…. Biz bu çileye alışıyoruz. Her sabah aynı kargaşa, aynı sıcak, aynı tıkanıklık. Ve biz, bu hengâmenin içinde sıradanlaştıkça, içimizdeki neşe yavaş yavaş buharlaşıyor. Geriye kalan tek şey… Klimanın hafif uğultusu ve önümde ilerlemeyen bir araç kuyruğu…
Oysa bir sabah şöyle ferah bir esintiyle uyanmayı, yolların açık, kafanın sakin olduğu bir gün geçirmeyi kim istemez? Hayal bu, gerçekler başka. Gerçekte, aracında camdan sarkıp “Yeter artık!” diye haykırmak istiyorsun. Çünkü sıcaktan bunalan sadece beden değil, ruhun da nefes alamıyor bu şehirde.
Şimdi derin bir nefes alalım. Şikâyetlerimizi şimdilik cam kenarına bırakıp yine yola koyulalım. Çünkü bu şehirde ya trafiğe alışacaksın, ya da kendine serin bir köy arayıp yerleşeceksin. Her iki durumda da bir termos dolusu soğuk suyu eksik etme yanında. O da yetmezse, bir tutam sabır ekle. Zira bu yazın sonu pek yakın değil gibi…